View Single Post
Eski 09-08-2011, 11:09   #63
acemi_caylak
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 29-11-2009
Şehir: İstanbul - Gaziantep
Mesajlar: 1,194
Sn. Mavikartal5,

Aşağıdaki sözlerinizde tamamen haklısınız.

Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi mavikartal5
o tohum firmaları, ilk tohumlarını alırken telif hakkı ödediler mi bizim atalarımıza? o ilk tohumlarını bizim atalarımızdan çalmadılar mı para vermezsizin? şimdi oturmuşlar, yasa da çıkartmışlar, yerel tohumların satışı yasak diye. peki kendileri ilk tohumlarını hırsızlık yaparak çalmadılar mı atalarımızdan ve bizlerden?
Tohumları kimden aldıklarına dair işte size güzel bir örnek.

Kenya kurucu başkanının şu ünlü saptamasını anımsamakta yarar var.

"Beyazlar geldiğinde onların elinde İncil, bizimse topraklarımız vardı. Zamanla bize gözlerimizi kapatarak dua etmesini öğrettiler. Bir süre sonra gözlerimi açtığımızda baktık ki; İncil bizim elimizdeydi, topraklarımızsa beyazların olmuştu."

Sadece tohum olayı değil. Örneğin, hala formülünün sır olduğundan hayranlıkla söz edilen kola şirketi kimin yeraltı sularını kullanıyor? Ya da yeraltından çıkarılan petrol kime ait? Buradan elde gelirlerin tüm toplumun refahına harcanması gerekmez mi? Oysa aşağıdaki belgeselde göreceğimiz üzere, bütün kanunlar sadece çok uluslu şirketlerin çıkarına hizmet ediyor. Hukukun, denetim kuruluşları vb. tüm kurumların bağımsızlığı tam bir palavra. Onların hepside çok uluslu şirketlerin koruyucu melekleri.

Aşağıda Bağımsız Fransız yazar, Marie-Monique Robin tarafından çekilmiş bir belgeselden uzun notlar var.

Belgeselin Adı: Monsato'ya Göre Dünya ya da Monsanto'nun Dünyası (The World According to Monsanto)

Şirketin geçmişine bakarak onun bugün nasıl bir şirket olduğunu anlayabiliriz.

Monsanto 1901’de St. Luis, Missouri’de kurulan şirket ve başlangıçta tarım ürünleri üretmiyordu. 20. yüzyılın en büyük kimya şirketlerinden biriydi. Agent Orange, aspartame (düşük kalorili tatlandırıcı), BGH (sığır büyüme hormonu), polikorlu biofeniller (PCB).

Tüm dünyada elektrikli aletlerde soğutucu ve kayganlaşatırıcı olarak kullanılan kimyasal olarak üretilen bu yağlar, Monsanto krallığının hazineleriydi. 1980’lerde Amerika’da yasaklanana kadar “aroclor”, Fransa’da “pyralene”, Almanya’da “clophen” olarak adlandırıldı.

2002 yılında yayımlanan bir WAshinton Post makalesi Monsanto “çevre kirliliğini onyıllardır gizliyor.”

Olaylar Anniston ve Alabama’da gerçekleşti. Birçok insan PCB ile gelen ve PCB ile ilişkilendirilen hastalıklar sonucu öldü. Kanser, diyabet, hepatit vs.

Monsanto PCB’leri Anniston’a gömmek için izin aldı. Atıkları Snow deresine veriyorlar. Atıklar çevreyi kirletiyordu. Ancak bunu bilen devlet yetkilileri de çevre halkını uyarmadılar. Ken Cook’un başkanlığını yaptığı Washington’daki bir çevre örgütü, Monsanto’nun iç dosyalarını ortaya çıkardı. Bunların çoğu gizli olarak sınıflandırılmıştı.

“Bilginize ve Yok Ediniz”

1937’de PCB’ye maruz kalınması nedeniyle zehirli sistemik etkiler ve deride akne şeklinde kabarmalar görüldü. 1961’de PCB kullanılan bir fabrikada boru patlaması sonucu 2 kişide hepatit belirtileri görüldü.

1966’da Monsanto araştırmacıları Snow deresine balık bıraktılar. Balıkların tümü 3.5 dakika içerisinde öldü.

Kirlilik için,1970 yılında satış bölümü yöneticilerine yazılmış bir mektup. Diyorlarki “1 dolar bile kaybetmeye tahammülümüz yok. Anniston’daki komşularına onları zehirlediklerini söylemediler. Çünkü 1 dolar kaybetmek istemediler.”(Ken Cook)

Olayların açığa çıkması, avukatların Anniston halkı adına mahkemeye gitmesi ve yasal yoldan Monsanto’yu gizli belgeleri açıklamaya zorlaması sonucunda mümkün oldu. Oysa Monsanto gerçekleri en başından beri biliyordu. Ama yalan söylediler, komşularından sakladılar. Bazen hükümetten de sakladılar. Gerçekleri hükemet yetkilileri ile paylaştıkları zamansa, olaya müdahale etmesi gereken hükümet yetkilileri insanların yanında olmaları beklenirken, şirketin yanında oldular, Monsanto ile yan yana durdular.

Annisto’daki testleride yöneten Albany Üniversitesi’nden Dr. David Carpenter “Hepimizin kanında PCB vardır. Kutup ayılarında veya penguenlerde de vardır. Eskiden PCB’nin salındığı çok az alan vardı. Zamanla bu yağlar havaya ve suya karıştılar. Bu yolla her yere taşındılar ve bugün tüm dünya PCB’den etkilenmiş vaziyette. Sorun şu ki; bir çok hastalık PCB yüzünden gelişiyor. Herkesin bildiği örnek: Kanser. Normal insan kanında bulunması gereken PCB oranı 2 ppmdir. Oysa bu oran bölgedeki bazı insanların kanında 3600 ları buluyor.

PCB’ye maruz kalmış hamile kadınların çocukları düşük IQ’lu olarak doğacak. PCB’ler trioit fonksiyonlarını zayıflatıyor. PCB’ler seks hormonlarının işlemesine mani oluyor.

2001 yılında, yirmi bin Anniston sakini Monsanto aleyhine iki dava açtı. Monsanto ve bağlı kuruluşu Solutia, dava sonucunda mağdurlara 700 milyon dolar tazminat ödemeyi, çevreyi temizlemeyi ve uzmanlaşmış bir hastane açmayı kabul etti. Fakat hiçbir Monsanto yöneticisi yargılanmadı.

“Amerikan yasalarına göre, bu şirketlerin yöneticilerinin ya da temsilcilerinin ceza mahkemelerince suçlu bulunduğu pek görülmez. Elimizde medeni hukuk var, hukuk mahkemeleri var. Onlara bir şekilde bedel ödetiyoruz. Fakat gerçek şu ki, pek çok durumda, bu şirketlerin on yıllar sonra ödediği bedeller, elde ettikleri kârın sadece çok küçük bir kısmı. İşte bu yüzden bu sorunları gizlemek işlerine geliyor.

İnsan, kim bilir bugün bizlerden neleri saklıyorlardır diye düşünmeden edemiyor. Şunu söylemeliyim ki Monsanto gibi bir şirkete asla üvenemeyiz, bir kirlilik sorunu veya bir ürün hakkında gerçekleri söylemesini bekleyemeyiz. Onlara asla güvenmemeliyiz.” (Ken Cook)

Peki dünyada bahçıvanlar ve çiftçiler tarafından en çok kullanılan bitki öldürücü Roundup konusunda neler biliyoruz?

Bu ürün tam olarak ne?

Roundup, glifosat (glyphosate) için, yani ayrım yapmadan tüm yabani otları öldüren bu herbisit için Monsanto’nunkullandığı marka ismi.

İlk defa 1974’de satışa sunulan bu ürünün bu kadar yaygın kullanılması, Monsanto’nun ürünün biyolojik yoldan bozunabilir ve çevre dostu olduğuna dair iddialarının sonucu. İşte şirketin reklamı:

“Bu Roundup, biyolojik yoldan bozunan (biodegradable) ilk herbisit.
Zararlı otları içeriden ve köküne kadar öldürür ve bunu yaparken ne toprağı ne de Rex’in kemiğini kirletir.
Roundup, zararlı otları öldürmek isteği uyandıran herbisit!
Biyolojik yoldan bozunan Roundup!"


Ken Cook haklıydı. Şirket, yanlış reklam yapmaktan suçlu bulundu.
Hem de iki kere!

İlki 1996’da New York’taydı.

İkincisi ise, geçen sene Fransa’da.

Hakim kararına göre "biyolojik yoldan bozunur, toprağı kirletmez ve çevreye saygılıdır" iddiaları yanıltıcı reklamdı.

Özellikle, Monsanto’nun kendi yaptığı testlerin sonucuna göre, yirmi sekiz gün sonunda ürünün sadece yüzde ikisi bozunduğu için.

İşte, Monsanto etiketlerinden”biyolojik yoldan bozunur" ibaresini bu yüzden kaldırdı.

Hepsi bu değil.

Birçok bilimsel araştırma gösteriyor ki Roundup oldukça toksik.
Örneğin, Prof. Robert Bellé (Okyanusbilim Gözlemevi, Roscoff, Fransa) tarafından yapılan bir araştırmaya göre:

"Roundup Hücre Bölünmesi Düzensizliğine Yol Açıyor.” Prof. Bellé, Fransa’daki Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi ve Pierre ve Marie Curie Enstitüsü’nde çalışıyor.

Son çalışmalarının birinde, Roundup’ın döllenmiş deniz kestanesi yumurtaları üzerindeki etkilerini inceledi.

“Roundup’un hücre bölünme fonksiyonları üzerindeki etkilerini görmek büyük şaşkınlık yarattı. Roundup’ın hücre bölünmesindeki çok önemli bir süreci etkilediğini hemen gördük.

Hücre bölünme mekanizmalarının kendisini değil ama bölünmeyi kontrol eden mekanizmaları.

Hücrelerin nasıl kanserli hücrelere dönüştüğünü anlamalısınız. Tüm hücreler başta iyi huyludur ancak bir noktada hücreleri genetik olarak kararsız hale getiren bazı değişimler olur.

Roundup ile gözlemlediğimiz ilk işlev bozukluğu buydu.

Bu yüzden Roundup kansere giden yoldaki ilk gelişmeleri harekete geçirebilir diye değerlendiriyoruz.

Doğrudan kansere yol açıyor dememeye özen gösteriyoruz, çünkü otuz-kırk yıl boyunca kanser oluştu diyemeyiz.

Bu sonuçların ürünün kullanıcıları açısından önemi ortadaydı. Özellikle, test için kullandığımız dozlar insanların normalde kullandıklarından çok daha düşük olduğu için. aman allahım, insanlar bu tehlikeler hakkında derhal bilgilendirilmeli" diye düşündük.

Bunun için en iyi yolun ilk olarak kendi yöneticilerimle konuşmak olduğuna karar verdim.

Fakat orada büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü bana, arka plandaki GDO meselesi yüzünden bu sonuçlardan hiç söz etmemem söylendi, daha doğrusu emredildi.”

Roundup dayanıklı soya, mısır vb. genetiği değiştirilmiş tohumların %90’ı Monsanto’ya ait. 1996’da ilk roundup dayanıklı soya, ABD’de onaylan ilk biyomühendislik ürünüydü.

Bu tohumları kullanan çiftçilerin bağlı olduğu dernek, Amerika Soya Fasulyesi Derneği ve adresine Monsanto’nun sitesinden ulaşabilirsiniz.

John Hoffman bu derneğin başkan yardımcısı ve aynı zamanda sıkı bir biyo-teknoloji savunucusu.

John Hoffman, Amerika Soya Fasulyesi Derneği Başkan Yardımcısı.
“Bu ilkbahar gidip bir doz Roundup sıkacağım ve bahar başında büyümeye başlayan zararlı otların tümünü öldüreceğim. Yaklaşık altı-yedi hafta sonra bir doz daha sıkacağım ve bu da tüm yıl boyunca zararlı otları kontrol altında tutmaya yetecek. Roundup teknolojisinden önce bu tarlalar zararlı otlarla doluydu. Tarlaların içinde gezinip zararlı otları ellerimizle sökerdik. Çok emek gerektiriyordu. Roundup sayesinde hem zamandan hem de paradan tasarruf ediyorum.”

Görünen o ki Monsanto'nun yeni mucizesi çiftçileri kendine hayran bırakmış.
Peki bu nasıl oluyor? Soya fasulyeleri Roundup’a rağmen nasıl hayatta kalıyor?

Bu bir soya fasulyesi hücresi. Hücrenin çekirdeğinde bitkinin genetik yapısının kodlandığı DNA bulunuyor.

GDO’larını üretmek için Monsanto, bir bakteriden elde edilen Roundup’a dirençli genleri kullanarak türler arasındaki sınırları ortadan kaldırıyor.
Bu gen, mikroskopik altın parçaları üzerine yerleştirilip soya fasulyesi hücrelerinin içine bir gen tabancası kullanılarak yerleştiriliyor. Gen DNA’ya giriyor ve bir protein yaratarak bitkiyi Roundup’a karşı dirençli hale getiriyor.
Herbisit, ürünlerin üzerine sıkıldığında tüm yabani otlar ölürken soya fasulyesi ayakta kalıyor.

Kabul etmek gerekir ki bu iş müthiş teknolojik ustalık içeriyor.

Fakat bu güçlü herbisite dayanıklı olacak şekilde tasarlanan soyaların gideceği yer bizim yemek tabaklarımız. Piyasaya sürülmeden önce kapsamlı testlerden geçirilmeleri gerekir.

O tarihte Tarım Bakanı kimdi? Dan Glickman. 1995’ten 2000’e kadar Bill Clinton’ın Tarım Bakanı.

Dan Glickman, ABD Tarım Bakanı, 1995-2000.

-Biyo-teknolojinin regülasyonu ile ilk uğraştığım zamanlarda "biyo-teknoloji ürünlerinin, GDO’ların hızla onaylanması için hep birlikte hareket edelim" çizgisinde olursanız, bir şekilde bilim karşıtı, ilerleme karşıtı olarak kabul edilirdiniz.

Tabii ki, tarım endüstrisinde, bizim muhtemelen yapmak isteyeceğimiz kadar çok analiz yapılmasını istemeyen pek çok insan vardı, çünkü bu ürünlere çok büyük paralar yatırıyorlardı.

Ve tabii bakan olduğumda, tarım sektörünün regülasyonundan sorumlu bir göreve geldiğimde, "bu işin üzerine çok fazla gitme” anlamına gelen çeşitli baskılarla karşılaştım.

Clinton hükümetinde bile, ağzımı açıp bu konuları gündeme getirdiğimde, sadece tarım sektöründen değil, hükümet içerisinden çeşitli tepkiler aldım.
Bir keresinde bir konuşma yapmıştım, düşünmemiz gerektiğine dair GDO’ların regülasyonunu daha iyi düşünmemiz gerektiğine dair.

Clinton hükümetinde yer alan bazı insanlar, özellikle ABD ticaret alanından bazı insanlar oradaydı. Söylediklerim hiç de hoşlarına gitmedi. Bana "tarımın içinde bir insan, regülasyon yöntemlerimizi nasıl sorgulayabilir" dediler.
Kısaca durum şu: ABD’de Tarım Bakanı’nın bile bu çokuluslu şirketler karşısında pek bir yetkisi yok.

Peki, GDO’ların regülasyonu ABD’de nasıl yapılıyor? Bu konuya dair en önemli politika Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından yayımlandı. Bu kurum yasal olarak, gıda ve ilaçların güvenliliğini denetliyor.

Başlık: "Yeni Bitki Çeşitlerinden Elde Edilen Gıdalar." Tarih: 29 Mayıs 1992.
Birinci ilke: "Genetik değişimle elde edilen gıdaların regülasyonu, geleneksel bitki ıslah yöntemleriyle elde edilen gıdalarla aynı çerçeve içerisinde yapılacaktır."

Apaçık ortada ki FDA, GDO’lar için yeni bir kategori oluşturmamaya karar vermiş.

Daha fazla bilgi için, o zamanlar biyo-teknoloji bölümü başkanı olan James Maryanski’yle irtibata geçelim.

Dr. James Maryanski, FDA Biyo-teknoloji Koordinatörü, 1985-2006.
-Hükümet temel olarak yeni yasa çıkarmamaya karar verdi, kurumlara yeni teknolojiler için yeterli yetki sağlayan yasaların zaten yürürlükte olduğunu düşündüler.

-Yani, Beyaz Saray FDA’dan, GDO’ları özel bir regülasyon rejimine tabi tutmayacak bir politika belirlemesini mi talep ediyor?

-Fakat bu bilimsel verilere değil, siyasi tercihlere dayanmıyor mu?

-Evet, bu siyasi bir tercihti. Çok geniş bir karardı bu.

Sadece gıda için değil, tüm biyo-teknoloji ürünleri için geçerliydi. İnanılmaz. James Maryanski, GDO’ların regülasyonunun bilimsel verilere değil siyasi tercihlere göre yapıldığını kabul ediyor.

Peki bu kararı nasıl temellendirdiler?

İkinci ilke: "Bir bitkinin genetik değişimi yoluyla elde edilen gıdaların içeriği, gıdaların normalde içerdiği maddelerle aynı ya da çok benzer olacaktır."
Başka bir deyişle, FDA genetiği değiştirilmiş bitkinin, onun geleneksel karşılığına denk olduğunu düşünüyor.

“Hakiki denklik ilkesi" denen bu ilke, dünyanın dört bir yanında kullanılıyor ve GDO karşıtları ile biyo-teknoloji yanlıları arasındaki tartışmanın merkezinde yer alıyor.

-FDA, genetiği değiştirilmiş bir bitki ile geleneksel bir bitkinin aynı olduğuna nasıl karar verdi?

Dr. James Maryanski, FDA Biyo-teknoloji Koordinatörü, 1985-2006.

-Bugün biyo-teknoloji kullanılarak devreye sokulan genlerin ürettiği proteinlerin yüzyıllardır tükettiğimiz proteinlerle çok benzer olduğunu biliyoruz. FDA’nın, GDO’lar hakkında çeşitli kitaplar yazan Jeffrey Smith tarafından yerden yere vurulan resmi duruşu işte böyle.

Bu pozisyonu eleştirenler arasında, ABD Tüketici Sendikası bilimsel uzmanı Michael Hansen da var.

Ve Jeremy Rifkin, "hakiki denklik ilkesini" ilk ifşa eden kişi.

Jeffrey Smith, Yazar:

-Genetiği değiştirilmiş ürünlerin bugünkü mevcudiyeti FDA’dan kaynaklanan bir kandırmacanın sonucu. Onlar bu gıdaların farklı olmadığını söylediler. “Hakiki denklik" kavramını, "anlamlı veya düzenli olmayan farklılık" kavramlarını kullandılar.

Bu sayede ürünleri "genetik olarak güvenli" ya da GRASS (genetically recognized as safe) denen kategoriye sokabildiler.

Normal olarak bir ürünün "genetik olarak güvenli" sayılabilmesi için, hakkında hakemli dergilerde yayımlanmış pek çok araştırma olması, bilim topluluğu içerisinde baskın bir fikir birliği olması gerekir.

Genetiği değiştirilmiş ürünler için bunların hiçbirisi yoktu.

-FDA’nın söylediği şuydu: Bitkiye bir gen yerleştirirseniz, o gen DNA’dır. Biz hep DNA tükettik, tarih boyunca hep DNA tükettik ve bu yüzden bir bitkinin GRASS olduğuna karar verebiliriz.

-Biz bunların katkı maddesi olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorduk.
Dr. Michael Hansen, Tüketici Sendikası Kıdemli Araştırmacısı: “Bir gıda maddesine ufacık bir renklendirici, azıcık bir kimyasal eklediğinizde, bu katkı maddesi olur ve ürünün "zararsız olduğuna dair makul kesinlik" kriterini karşıladığını göstermek üzere bir dizi prosedürü takip etmeniz gerekir.
Fakat bir gıdayı genetik olarak değiştirdiğinizde, ki bu bitkide muazzam farklar yaratabilir, hiçbir şey talep etmiyorlar!

Jeremy Rifkin, Ekonomik Trendler Vakfı Başkanı:

-Burada, Washington’da lobicilerin takıldığı bir mekana bir şeyler içmeye giderseniz,bunun aslında bir alay konusu olduğunu anlarsınız, bunun bir şaka olduğunu herkes bilir.

Bu "hakiki denklik" olayı, bu şirketlerin işleri kolaylaşsın ve ürünlerini hükümet müdahelesi olmadan piyasaya sürebilsinler diye çıkarılmış bir kelime oyunu. Özellikle de Monsanto için.

Ve belirtmeliyim ki, Monsanto kendi çıkarlarını korumakta çok çok başarılıydılar.

Dr. James Maryanski, FDA Biyo-teknoloji Koordinatörü, 1985-2006:
-Monsanto’nun bilim insanlarıyla FDA'daki bilim insanlarının buluştuğu toplantıları hatırlıyorum.

Gerekli değişiklikleri birlikte yapıyorlardı, FDA’dakilere bu ürünlerin regülasyonunun nasıl olması gerektiği anlatıyorlardı.

Jeremy Rifkin, Ekonomik Trendler Vakfı Başkanı:

-Bir şirketin, bu derece üst düzey regülasyon mekanizmaları içerisinde böylesine büyük bir etkiye sahip olduğu bir durumla daha önce hiç karşılaşmamıştım. Monsanto’nun GDO politikası hükümetin içindeydi.

Bazı haber görüntüleri baba George Bush'un, Roundup-hazır soya satışa sunulmadan dokuz yıl önce, Monsanto’nun araştırma merkezine yaptığı bir ziyareti gösteriyor.

-Şimdi size bir organizmadan diğerine gen taşırken takip ettiğimiz adımların bir kısmını göstermek istiyorum.

Bizim laboratuvarda yaptığımız çok küçük manipülasyonları yapacaksınız, DNA’yı alacaksınız, keseceksiniz, farklı parçaları karıştırıp tekrar birleştireceksiniz. (uçları bağlamak deniyor buna, uçlarını bağlıyoruz.) Bu tüptede bakteriden elde edilmiş DNA var. Bitkiden de alınsa hayvandan da alınsa DNA aynı görünüme sahiptir.

-Anladım. Peki sonunda ne elde edeceksiniz?

-Daha güçlü bir bitki mi? Dirençli?

-Bu işlem sonucunda bitki öldürücü ilaca dayanıklı bir bitki elde edeceğiz.

-Anladım.

-Bizim elimizde müthiş bir bitki öldürücü var. Bu bir kimyasaldı.

Baba George Bush şirketin merkezini ziyaret ettiğinde Ronald Reagan’ın başkan yardımcısıydı. Deregülasyon Cumhuriyetçi yönetimin anahtar kelimesiydi.

Amaçları, Monsanto için problem teşkil eden, Beyaz Saray yanlıları tarafından "bürokratik engeller" şeklinde adlandırılan sağlık ve çevre güvenliği testlerini ortadan kaldırarak, endüstriye destek vermekti.

-Şimdi ABD Tarım Bakanlığı’nın (USDA) önünde, bu ürünü bu yıl Illinois’de ilk defa denemek üzere verdiğimiz bir dilekçemiz var.

-Kabuslar görüyoruz! Masraflar büyüyor ama ortada bir sonuç yok…

-Dürüst olmak gerekirse, USDA’nın bu konuya yaklaşımına dair bir şikayetimiz yok, prosedürü düzenli bir şekilde uyguluyorlar; bu tür yeni şeyleri ele alırken işlerini doğru bir şekilde yaptıklarından emin olmaya çalışıyorlar. Fakat Eylül’e kadar bekleyip yetki alamazsak, işte o zaman bizim söyleyeceklerimiz de değişebilir.

1988’de baba George Bush ABD başkanı seçildiğinde Dan Quayle başkan yardımcısı oldu. Bundan dört yıl sonra Quayle, Amerika’nın GDO politikasını açıkladı. Tam da Monsanto'nun istediği şekilde hazırlanmıştı. 26 Mayıs 1992.

-Bu adımı başkanın regülasyonları gevşetme inisiyatifi çerçevesinde atıyoruz, şimdi bu sürecin ikinci safhasındayız.

ABD şimdiden biyo-teknolojide dünya lideri ve biz bunun böyle kalmasını istiyoruz. 1991 itibariyle bu 4 milyar dolarlık bir endüstriydi, 2000 yılında en az 50 milyar dolara çıkmalı. Tabii, bunun için gereksiz regülasyonların önüne geçmeliyiz.

-Bunun bir komplo olduğunu düşünüyor musunuz gerçekten?

Jeffrey Smith, yazar:
-Komplo çok güçlü bir kelime. Şirketlerin gözünden bakarsak, çok iyi yönetilmiş bir devir alma.

Jeremy Rifkin, Ekonomik Trendler Derneği Başkanı:

-Michael Taylor adında bir beyefendi bir süre once FDA'nın yönetici kadrosuna vekil olarak tayin edildi. Onlar tam bu politikayı açıklamak üzereyken.

Michael Taylor kimdir?

İnternette, bir dönem gücünü son derece ihtiyatlı kullanan bu adama ait yalnızca tek bir fotoğraf var. Bugün "Gelecek için Kaynaklar" adındaki bir vakfın yöneticisi.

-***, ben Marie-Monique.
-Merhaba, ben Mike Taylor.
-Benim sorum FDA'da çalışırkenki rolünüz ile ilgili olacak.
-FDA'da çalışmaya başlamadan önce, Monsanto için yedi yıl boyunca avukatlık yaptınız değil mi?
-Monsanto'nun müşterileri arasında yer aldığı bir hukuk firmasının ortağıydım, evet. Bazı Monsanto meselelerinde çalıştığım doğrudur.
-Ben yanlış anlamadıysam, FDA sizin için özel bir pozisyon ayarlamış. Politika Geliştirme Komiser Vekili. Bu doğru mu?
-Yani…
-Çünkü yeni GDO'lar için FDA'nın böyle bir şeye ihtiyacı vardı.
-Konunun GDO'larla hiçbir ilgisi yok. Hiç bir alakası yok GDO'larla. Bu politikaları ben kaleme almadım.

Michael Taylor, Politika Geliştirme Komisyonu Vekili, FDA, 1991-1994:
- Yani şey… Bunlar kesinlikle yanlış.

Dr. Michael Hansen, Tüketici Sendikası Kıdemli Araştırmacısı:

-FDA'da çalışmaya 1991 Temmuz ayında başladı. O zamana kadar King & Spalding adlı bir hukuk firmasında çalışıyordu. Müşterileri arasında, Monsanto'nun yanısıra Uluslar arası Gıda Biyoteknolojisi Konseyi (IFBC) de vardı.

Ve onlar için, genetiği değiştirilmiş gıdaların regülasyonuna dair bir politika önerisi kaleme aldı. Ve eğer Taylor'ın IFBC için yazdığı öneriyle politikanın son halini karşılaştırırsanız, çok çok benzer olduklarını görebilirsiniz. Yani politikanın son halini o yazmadıysa bile, demek ki başkası onun ilk taslağını alıp üzerinde ufak tefek değişiklikler yapmış.

Dr. James Maryanski, FDA Biyo-teknoloji Koordinatörü, 1985-2006:
-Bay Taylor o zamanlar komiser vekiliydi ve bu projeye liderlik etti. Politika oluşturma konusunda önde gelen kişiydi ve projenin tamamlanması için elinden geleni yaptı.

-Yani Monsanto bu oyunu çok iyi oynadı. Hem siyaset hem de regülasyon oyununu.

Sığır büyüme hormonu onaylanırken anahtar rol oynadılar, ayrıca gen mühendisliğinin nasıl ele alınacağını da belirlediler.

Sonuç olarak, neden organik tarımın açmazları var?

1- Buraya kadar yazdıklarımızda, açık ve net olarak görülüyorki tüm gıda ve tarım sistemini yeniden sorgulamadan, bireysel çabalar tek başına yeterli olmayacaktır. Şu sözlere doyurucu bir yanıtınız olmalı. "Roundup teknolojisinden önce bu tarlalar zararlı otlarla doluydu. Tarlaların içinde gezinip zararlı otları ellerimizle sökerdik. Çok emek gerektiriyordu. Roundup sayesinde hem zamandan hem de paradan tasarruf ediyorum.” Yani biz bu çiftçiye çok daha ucuz yollar bulmalıyız, ya da bu çiftçiye devlet desteği olmalı.

2- Topraklarında organik madde oranı %1.5 civarında olan bir çiftçiye "sen organik gübre kullan" dediğinizde bunun maliyetini düşürmek zorundasınız. Çünkü bu çiftçi, 1 dönümde organik madde miktarını %1 oranında artırmak için, en az 2.5 ton organik gübre kullanmak zorunda. Gübrenin tonunu 500 TL sayarsak, 1.250 TL maliyet çıkıyor. Oysa aynı çiftçi dönüme 100 kg üre kullansa en çok 60-70 TL (Ürenin tonu: 600 TL civarında) arası bir mailyetle karşılaşacak.

3- Ocakta tonu 90 TL olan leonarditin piyasada tonu 500 TL'den aşağı değil. Buradaki yaklaşık, %400 kar payı kimin cebine gidiyor? Sorgulanmalı ve alternatif temin etme kanalları oluşturulmalı.

4- Enzim başlığnda ve diğer başıklarda defalarca tartışıldı. Enzimin maliyeti taş çatlasa litre başına 5 TL (Şişelemede dahil.) Oysa muadili ürünlerin piyasadaki litre fiyatı 50 TL'den aşağı değil. Kar oranı %1000.

Çözüm: Çiftçiye ucuz girdi sağlayacak yerel kooperatif türü birliklerin oluşumu. Bugüne kadar kooperatiflerin olumsuz deneylerinden yola çıkarak, kooperatiflere karşı çıkmaktansa alternatif kooperatifler oluşturulmalı. Üstelik bu tür kooperatifler aracılığıyla üretilen ürünün pazar sorunu da çözülebilir. Hükümetin tarım politakalarına alternatif tarım politikaları oluşturulabilir.

Aksi durumda doğal ya da organik üretim yok olmaya ya da sınırlı alanlarda üretilmeye mahkum olur ki bizlerde GDO'lu ürünleri tüketmek zorunda kalırız.


Düzenleyen acemi_caylak : 09-08-2011 saat 21:04
acemi_caylak Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön