View Single Post
Eski 15-08-2009, 09:37   #5
angel67
Ağaçsever
 
angel67's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-12-2008
Şehir: zonguldak
Mesajlar: 78
A.i.h.m gene tapu iptali yapan ülkemize ihlali kesti

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararı

DEVECİOĞLU/Türkiye Davası

Başvuru No. 17203/0
Strazburg
13 Kasım 2008


İKİNCİ DAİRE


USUL

Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 17203/03 no’lu davanın nedeni T.C. vatandaşları Serhat Devecioğlu ve Feriha Devecioğlu’nun (“başvuranlar”), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne 2 Mayıs 2003 tarihinde Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış oldukları başvurudur.

Başvuranlar, İstanbul Barosu avukatlarından M. V. Dülger tarafından temsil edilmiştir.

OLAYLAR

I. DAVANIN KOŞULLARI

Başvuranlar sırasıyla 1967 ve 1940 doğumludur ve sırasıyla Muğla ve İstanbul’da yaşamaktadırlar.

1926’da Hazine, Balıkesir’de yer alan ve Yana Çiftliği adıyla bilinen arsayı bir şahsa satmış, daha sonra sözkonusu şahıs arsayı başvuranlardan önceki sahipleri olan Yavaş ailesine satmıştır.

12 Eylül 1986 tarihinde Orman Kadastro Komisyonu, kadastro haritasında belirtilmeyen ormanlık arazilerin tespiti amacıyla bir tahdit çalışması yürütmüş, çalışma sonunda Komisyon Yana Çiftliği’nin bir bölümünün kanunsuz olarak tarım arazisi olarak tahsis edildiğini tespit etmiştir. İlgili kısım ormanlık arazi olarak tekrar tanımlanmıştır. Bu nedenle Komisyon, sözkonusu arsanın tapusunun kısmen iptali talebiyle iptal davası açmıştır.

Yavaş ailesi, arsalarının bir bölümünün ormanlık arazi olarak tanımlanmasına itiraz etmek amacıyla Marmaris Kadastro Mahkemesi’nde 11 Kasım 1987 tarihinde bir dava açmış, tahdit çalışmasının sonuçlarının iptal edilip arsalarının ormanlık bölgenin dışına çıkarılmasını talep etmişlerdir.

Mahkeme, 24 Ekim 1988 tarihinde orman, tarım ve kadastro mühendisliği alanında üç bilirkişi ile arsa üzerinde bir keşif yapmış, orman mühendisi çizdiği krokide arsayı A, B, C, D, E, F ve G adını verdiği parsellere ayırmıştır.

* Dışişleri Bakanlığı Çok Taraflı Siyasî İşler Genel Müdürlüğü tarafından Türkçe’ye çevrilmiş olup, gayrıresmî tercümedir.
9 Ağustos 1990 tarihinde Kadastro Mahkemesi A, B, C ve F parsellerine ilişkin olarak Yavaş ailesi lehinde karar vermiş, ancak devlet orman arazisi içinde olduğu gerekçesiyle D ve G parsellerine ilişkin talebi reddetmiştir. Orman Müdürlüğü kararı temyiz etmiştir.

Yargıtay, Kadastro Mahkemesinin arsanın niteliği hakkındaki değerlendirmesinin yanlış olduğu gerekçesiyle sözkonusu kararı 16 Mart 1992 tarihinde bozmuş, bitki örtüsü tahrip edilmiş olsa bile arsanın orman arazisi olduğuna hükmetmiştir. Yargıtay ek olarak birinci derece mahkemesinin tarafların ibraz ettiği tapu senetlerine dayandığı ve sözkonusu arsanın alanının Erdek Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 8 Eylül 1960 tarihli kararı ile 8,000 m2’den 8,640 m2’ye çıkarıldığını belirtmiştir. Ancak Orman Müdürlüğü’nün o davada müdahil olmaması nedeniyle Erdek Asliye Hukuk Mahkemesi kararının Yargıtay önündeki dava üzerinde bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bu nedenle Yargıtay, dava dosyasını yeniden incelenmek üzere Marmaris Kadastro Mahkemesi’ne geri göndermiştir.

15 Haziran 1994 tarihinde başvuranlar Yana Çiftliği’ni Yavaş ailesinden satın almışlardır. Tapu sicilinde kayıtların tutulduğu bölümün ilgili sayfasında herhangi bir şerh bulunmamaktaydı.

Başvuranların Yana Çiftliği’ni satın almalarını müteakip, belirtilmeyen bir tarihte Marmaris Tapu Müdürlüğü başvuranları davaya müdahil olmaya davet etmiştir. Daha sonra mahkeme başvuranların davasını Orman Müdürlüğü’nün açtığı dava ile birleştirmiştir.

18 Haziran 1994 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesi yeni bilirkişilerin katılımıyla ihtilaflı arsa üzerinde yeni bir keşif yapmış, hazırlanan raporda sözkonusu arsanın orman arazisi olduğu ve daha önce keşif yapan bilirkişilerin yanıldığı belirtilmiştir.

4 Mayıs 1995 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesi, sözkonusu bilirkişi raporuna dayanarak başvuranların davasını reddetmiştir. Mahkeme, krokide A parseli olarak belirtilen 1,106.91 m2’lik bölümün orman arazisi olarak Hazine adına kaydedilmesine karar vermiştir. Bu şekilde A parseli başvuranların sahip olduğu 2 no’lu parselden ayrılmış ve Hazine’ye ait orman arazisine dahil 3 no’lu parsele eklenmiştir.

Yargıtay, yeterli olay incelemesi yapılmadığı gerekçesiyle 12 Aralık 1995 tarihinde sözkonusu kararı bozmuş, kendilerine intikal eden çiftliğin D ve G parselleriyle ilgili olarak başvuranların itiraz etme sürelerinin dolduğuna hükmetmiştir. Dolayısıyla taraflar D ve G parsellerinin devlet orman arazisine dahil olduğunu kabul etmişlerdir.

Dava, Yargıtay’ın incelemesi ve Marmaris Kadastro Mahkemesi’nin davayı yeniden görmesi ile devam etmiş ve arsaya ait yeni bir kroki hazırlanmıştır. Yeni krokide D1 ve F1 adlı yeni parsellere yer verilmiştir.

Son olarak, 24 Kasım 1999’da, Marmaris Kadastro Mahkemesi, (A), (B), (C), (D1), (F) ve (F1) parsellerinin orman arazisine dahil olduğuna karar vermiştir. Bununla beraber, mahkeme, (C) ve (E) parsellerinin tarım arazisi olduğunu kaydetmiştir. Mahkeme, başvuranların davasını reddederek 1,106.91 metrekarelik (D1) parselinin Hazine adına, arsanın geri kalan 19,1768.09 metrekarelik kısmının ise başvuranlar adına (her başvuran için arazinin yarısı) kaydedilmesine hükmetmiştir. Başvuranlar ile Orman Müdürlüğü temyize gitmiştir.

30 Ekim 2000’de, Yargıtay başvuranların temyiz başvurusunu reddetmiştir. Ancak, Orman Müdürlüğü’nün temyizini yalnızca (F1) parseli bakımından onamıştır. Yargıtay, ilk derece mahkemesinin (F1) parselinin orman arazisi olduğunu tespit etmesine rağmen bu parsel hakkında hükme varmadığını kaydetmiştir.

25 Aralık 2000’de, başvuranlar, (F1) parseliyle ilgili yukarıda belirtilen kararın düzeltilmesi için Yargıtay’a başvurmuşlardır.

13 Haziran 2002’de, Marmaris Kadastro Mahkemesi, (F1) parselinin Hazine adına kaydedilmesine hükmetmiştir. Mahkeme, (A), (B), (C), (D), (D1), (E), (F) ve (G) parselleriyle ilgili kararın zaten kesinleştiğini belirterek yeni bir karar vermeye gerek olmadığını kaydetmiştir.

Yargıtay, 7 Mart 2002’de, başvuranların 25 Aralık 2000 tarihli karar düzeltme taleplerini reddetmiştir. Bu karar, 11 Kasım 2002 tarihinde başvuranlara tebliğ edilmiştir.
Başvuranlar AİHM önündeki şikayetlerini (F1) parseli ile sınırlı tutmaktadırlar.

HUKUK

I. AİHS’YE EK 1 NO.LU PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuranlar, yerel makamların herhangi bir tazminat ödemeksizin kendilerine ait arsanın bir kısmının orman arazisi olduğu yönünde karar verdikleri konusunda şikayetçi olmuşlar ve bu şikayetlerini AİHS’nin 1 No.lu Protokolü’nün 1. maddesine dayandırmışlardır.

A. Kabuledilebilirlik

AİHS’nin 35/3 maddesi uyarınca bu şikayetin dayanaktan yoksun olmadığını kaydeden AİHM, ayrıca başka açılardan bakıldığında da kabuledilemezlik unsuru bulunmadığını tespit eder. Bu nedenle şikayet kabuledilebilir niteliktedir.

B. Esas

1. Tarafların İfadeleri

(a) Başvuranların iddiaları

Başvuranlar, yerel makamların herhangi bir tazminat ödemeksizin arsalarının bir kısmından ((F1) parseli) kendilerini mahrum bıraktığını iddia etmişlerdir. Başvuranlar, ihtilaf konusu arsanın 1926 yılında Devlet tarafından bir kişiye satıldığını ve o zamandan beri iç hukuka uygun olarak tarım arazisi olarak el değiştirdiğini kaydetmişlerdir. Tapu dairesi kayıtlarında, arsanın orman arazisi olduğunu gösteren veya satılmasını engelleyen hiçbir şerh bulunmamaktadır. Dolayısıyla, başvuranlar bu arsayı önceki sahibinden iyi niyetle satın almışlar ve tapu dairesi tarafından tutulan resmi kayıtlara güvenmişlerdir. Bununla birlikte, tapu kayıtları arsanın başvuranlara ait olduğunu kanıtlamasına rağmen, Komisyon ile yerel mahkemeler sözkonusu arsayı devlet ormanı olarak nitelendirmiş ve yapılan itirazları haksız olarak reddetmiştir. Başvuranlar, ayrıca, sözkonusu arsanın aileleri için tek gelir kaynağı olmasından dolayı, arsanın ellerinden alınmasıyla yoksulluk içinde yaşamaya zorlandıklarını iddia etmişlerdir.

(b) Hükümetin görüşleri

Hükümet, konuya ilişkin AİHM içtihadına (bkz., Lami Daim Namlı ve Diğerleri – Türkiye, no. 51963/99, 8 Mart 2005) atıfta bulunarak başvuranların 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesi anlamı dahilinde söz konusu arsa üzerinde hiçbir zaman tartışmasız mülkiyet hakkına sahip olmadıklarını ileri sürmüştür. Bu bağlamda, başvuranların, arsayı, arsanın mülkiyetine ilişkin dava 1987 tarihinden itibaren sürmekte olduğu için satıcının mülkiyet hakkının tartışma halinde olduğu bir dönemde satın aldıklarını kaydetmiştir. Hükümet, dolayısıyla, başvuranların, 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesine aykırı olarak mülkiyet hakkından yoksun kalmadıklarını ileri sürmüştür.

2. AİHM’nin değerlendirmesi

AİHM, 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesinin üç ayrı kural içerdiğini yinelemiştir: birinci paragrafın ilk cümlesinde ortaya konan birinci kural, genel nitelikte olup mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesi ilkesini içermektedir; aynı paragrafın bir sonraki cümlesinde ortaya konan ikinci kural, mal ve mülkten yoksun bırakmaya ilişkin olup bunu belli koşullara bağlar; ikinci paragrafta belirtilen üçüncü kural, Sözleşmeci Devletlere, diğer hususların yanı sıra, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenleme hakkını tanır. Ancak, bu üç kuralın “ayrı” olması birbirleriyle bağlantısız oldukları anlamına gelmemektedir. İkinci ve üçüncü kurallar, mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkına yapılan müdahalelere ilişkindir ve dolayısıyla birinci kuralın içerdiği genel ilke ışığında yorumlanmalıdırlar (bkz., diğer kararların yanı sıra, Bruncrona – Finlandiya, no. 41673/98, 16 Kasım 2004 ve Broniowski – Polonya [BD], no. 31443/96).

AİHM, ayrıca, ikinci “kural” anlamı dahilinde mülkiyetten yoksun kalmanın söz konusu olup olmadığını karara bağlarken sadece mülkiyetin resmi şekilde alımının veya kamulaştırılmasının söz konusu olup olmadığının değerlendirilmesinin değil; aynı zamanda, görünüşün arkasındaki gerçeklerin tespit edilmesinin ve şikayet konusu olayın gerçeklerinin araştırılmasının gerekli olduğunu yinelemiştir. AİHS “uygulanabilir ve etkili” hakları güvence altına almayı amaçladığına göre durumun fiili (de facto) kamulaştırmaya varıp varmadığının tespit edilmesi gereklidir (bkz., Brumărescu – Romanya [BD], no. 28342/95; Sporrong ve Lönnroth – İsveç, 23 Eylül 1982 tarihli karar; Vasilescu – Romanya, 22 Mayıs 1998 tarihli karar).

AİHM, Hükümetin söz konusu arsanın mülkiyetine ilişkin itirazı karşısında ilk olarak başvuranların 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesi anlamı dahilinde mülkiyet sahibi olup olmadıklarını değerlendirmelidir. Bu bağlamda, taşınmazların kaydı ve devrine ilişkin tek yetkili makam olan Tapu Sicil Müdürlüğünde tutulan kayıtlara dayanarak başvuranların söz konusu arsayı eski sahibinden 1994 yılında aldıklarını tespit etmektedir. İç hukuk ve uygulamaya göre, bu tip bir mülkiyete ilişkin kısıtlama tapu sicili kayıtlarına girilmelidir. Tapu Sicil Müdürlüğü tarafından tutulan kayıtlara dayanarak mülkiyet edinen kişilerin hakları korunmaktadır ve sözkonusu kayıtların tutulmasından kaynaklanan herhangi bir zararda Devletin sorumluluğu bulunmaktadır.

Bu durum karşısında AİHM, başvuranların, söz konusu arsanın bir kısmının orman alanı olduğunu bildiklerinin veya bilmiş olmaları gerektiğinin söz konusu olmadığını; zira, tapu sicil kayıtlarının ilgili sayfasının arsanın devrine ilişkin kısıtlama getiren herhangi bir şerh içermediğini kaydetmiştir. Dolayısıyla, arsayı iyi niyetle satın alan ve tapu edinen başvuranlar meşru olarak arsanın sahibi olduklarını iddia edebilir ve yerel mahkemelerde yargı yolunu izleyebilirler. Başka bir deyişle, arsanın mülkiyetini doğrulayan tapu senedinin sahibi olarak başvuranlar nihai mahkeme kararı ile mülkiyetten yoksun bırakılmalarına kadar herhangi bir kısıtlama olmadan 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesi anlamı dahilinde “mülkiyet” sahibi olmuş olarak değerlendirilebilirler.

AİHM, Hükümetin Lami Daim Namlı ve Diğerleri davasındaki kararına atfına ilişkin olarak, mevcut davanın farklı olduğunu kaydeder. Bahsedilen kararda, AİHM, başvuranların hiçbir zaman ihtilaflı arazinin yasal tapusuna sahip olmadıkları, bu nedenle, sözkonusu arazinin tartışmasız sahipleri olduklarına kesin inançları bulunmadığı kanısındadır. Öte yandan mevcut davada, arazinin satın alınmasının ardından, başvuranlara, tapu müdürlüğü tarafından, arazinin sahipleri olduklarını tasdik eden bir tapu verilmiş, bu nedenle başvuranlar sözkonusu arazinin tartışmasız sahipleri haline geldiklerine kesin kanaat getirmişlerdir.
Başvuranların bu arazinin tartışmasız sahipleri olduklarının belirlendiği göz önünde bulundurulduğunda, AİHM, AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ilk fıkrasının ikinci bendi çerçevesinde, , mülkiyetin çekişmesiz kullanımı haklarına mülkiyetten “mahrumiyete” eşdeğer bir müdahale olduğu kanısındadır.
Daha önce kaydedildiği üzere, başvuranlar iyi niyet çerçevesinde (F1) no’lu parseli edinmişler, kendilerine geçerli tapu belgesi verilmiştir. Ancak başvuranlar bu araziyi kadastro haritaları, bilirkişi raporları ve iç hukuka dayanarak kamu ormanı olarak tanımlayan ulusal mahkemeler tarafından araziden mahrum bırakılmıştır.
AİHM, AİHS’de çevrenin genel olarak korunmasının teminatını veren madde bulunmamasına karşın, ne olursa olsun, günümüz toplumunda böyle bir korumanın giderek artan derecede önemli bir husus olduğunu kaydeder (bkz. Fredin - İsveç (no.1)). Ayrıca AİHM, birkaç davada benzer soruları incelemiş, çevrenin korunmasının önemini vurgulamıştır (diğerlerinin yanısıra bkz. Taşkın ve Diğerleri - Türkiye, 46117/99, Moreno Gómez - İspanya, 4143/02; Fadeyeva - Rusya, 55723/00). Yukarıda anlatılanlar ışığında, ulusal mahkemelerin gerekçelerini göz önünde bulunduran, AİHM, başvuranların, doğa ve ormanların korunması adına “kamu yararına” mülklerinden mahrum edildiklerinin şüphe götürmez olduğu kanısına varır (bkz. Lazaridi - Yunanistan, 31282/04). Bu mahrum bırakmanın meşru bir amaç güttüğü anlaşılmaktadır.
Şimdi, sözkonusu müdahalenin başvuranların çıkarlarıyla genel olarak toplumun çıkarları arasında adil bir denge kurup kurmadığı ortaya çıkarılmalıdır. İç mevzuat çerçevesindeki tazminat koşulları, itiraz konusu tedbirin zaruri adil dengeyi sağlayıp sağlamadığının ve özellikle de başvuranlara orantısız bir yük bindirip bindirmediğinin değerlendirilmesinde önemlidir. Bu bakımdan, AİHM, daha önce değeriyle orantılı olarak makul bir meblağ ödemeden mülkün alınmasının normal olarak orantısız müdahale teşkil edeceği ve hiç tazminat ödenmemesinin yalnız istisnai koşullarda AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamında haklı olabileceği kararına varmıştır (bkz. N.A. ve Diğerleri - Türkiye, 37451/97; Nastou - Yunanistan (no.2), 16163/02; Jahn ve Diğerleri - Almanya [BD], 46720/99).
Mevcut davada, başvuranlar, uğradıkları zarar için Türk mahkemelerinde dava açmalarına karşın mülklerinin Hazine’ye geçmesi nedeniyle herhangi bir tazminat almamışlardır. Başvuranların arazilerinden yoksun bırakılmalarının telafisi için iç hukuk yollarının bulunmayışı, mülkiyet haklarından tam olarak yararlanmalarını sekteye uğratmıştır. Bu bağlamda, AİHM, Hükümet’in, başvuranları ailelerini desteklemeleri için temel geçim kaynağı olan araziden mahrum bıraktığı için hiçbir tazminat ödememesini haklı çıkarmak üzere hiçbir istisnai ayrıntı belirtmediğini kaydeder.
Yukarıdakiler ışığında, AİHM, başvuranların zararını telafi etmek için tazminata hükmedilmemesinin, mülkün korunmasıyla kamu çıkarının gerektirdikleri arasında kurulması gereken adil dengeyi bozduğu kanısındadır (bkz. N.A. ve Diğerleri). Buna göre AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi ihlal edilmiştir.
II. AİHS’NİN 13. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI
Başvuranlar ayrıca mülklerinden mahrum bırakılmaları karşılığında tazminat almak için başvurabilecekleri etkili iç hukuk yollarının mevcut olmadığından şikayetçi olmuştur. Şikayetlerini, AİHS’nin 13. maddesine dayandırmışlardır.

Hükümet, sözkonusu iddiaya itiraz etmiştir.

AİHM, sözkonusu şikayetin yukarıda incelenen şikayetle bağlantılı olduğunu ve bu nedenle, aynı şekilde, kabuledilebilir olduğuna karar verilmesi gerektiğini kaydeder.

Ancak, 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesini göz önüne alan AİHM, mevcut davada, AİHS’nin 13. maddesinin ihlal edilip edilmediğini ayrıca incelemenin gerekli olmadığı kanısındadır (bkz., diğer hususlar meyanında, Kadriye Yıldız ve Diğerleri – Türkiye, no. 73016/01).

III. AİHS’NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI

AİHS’nin 41. maddesine göre:
“Mahkeme işbu Sözleşme ve protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete uygun bir surette, zarar gören tarafın adil tazminine hükmeder.”
Başvuranlar, maddi tazminat olarak 760,927.5 Yeni Türk Lirası (YTL) (434,743.24 Euro) talep etmiştir. Yetkili makamların el koyduğu arsanın toplam alanının, 8,454.75 metre kare ve metrekaresinin piyasa değerinin 90 YTL (51.42 Euro) olduğunu açıklamışlardır.

Başvuranlar ayrıca manevi tazminat olarak 50,000 YTL (28,571.42 Euro) talep etmiştir. Bu bağlamda, arsalarına yetkili makamlarca el konulması nedeniyle yokluk içinde yaşadıklarını kaydetmişlerdir. Birinci başvuran, vefat etmiş olan eşinin emekli maaşının bir kısmını ile yaşamaktadır ve başka geliri bulunmamaktadır. İkinci başvuran, mali durumunun iyi olmaması nedeniyle ülkeyi terk etmeye zorlanmış ve güç koşullar altında geçimini sağlamaya çalıştığı Amerika Birleşik Devletleri’ne taşınmıştır.

Başvuranlar, yargılama masraf ve giderleri hususunda, kendileri ve selefleri, ulusal mahkemeler ve AİHM önünde, 1986 ve 2002 yılları arasında, altı sene süren mücadelelerinde kaydedeğer harcamalar yaptıkları halde, 30,000 Euro’luk sembolik bir meblağın tazminat olarak ödenmesinin uygun olacağını ileri sürmüşlerdir.

Hükümet, başvuranların talep ettiği meblağların spekülatif ve dayanaktan yoksun olduğunu belirtmiştir.

AİHM, mevcut dava koşulları altında, 41. maddenin uygulanması konusunun, henüz karara bağlanamayacağı ve Sorumlu Hükümet ile başvuranlar arasında anlaşma sağlanabileceği göz önüne alınarak, saklı tutulması gerektiği kanaatindedir.


BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, AİHM OYBİRLİĞİYLE

1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna;

2. 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğine;

3. AİHS’nin 13. maddesi bağlamındaki şikayeti ayrıca incelemenin gerekli olmadığına;



4. 41. maddenin uygulanması hususunun henüz karara bağlanamayacağına;
Dolayısıyla,
(a) bu hususun saklı tutulmasına;
(b) Hükümet ve başvuranların, AİHS’nin 44/2 maddesi uyarınca kararın kesinleşmesinden itibaren üç ay içinde bu mesele hakkındaki görüşlerini yazıyla kendisine bildirmeye ve bilhassa aralarında varacakları her türlü uzlaşmadan kendisini haberdar etmeye davet edilmesine;
(c) Sonraki sürecin saklı tutulmasına ve gerektiğinde daire başkanının izlenecek süreci belirlemeye yetkili kılınmasına

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar İngilizce olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü’nün 77. maddesinin 2. ve 3. paragrafları gereğince 13 Kasım 2008 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.

angel67 Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön