View Single Post
Eski 26-09-2008, 21:41   #2
Todor
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 30-07-2006
Şehir: Yalova
Mesajlar: 6,884
…eliyor dört yana sakin bir günü.
bir rüyadan arta kalmanın hüznü… *

Tanpınar, beş şehir’de gezip gördüklerini anlatırken bir yandan da maziyle olan derin münasebetinin muhasebesini yapar. "Beş şehir’in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır” der, der demesine de huylu huyundan vazgeçmez. Bütün kitap boyunca ecdadın ihtişamlı tarihine atıfta bulunmaktan geri kalmaz, yitip gidenlere hayıflanır durur. 1940’ların penceresinden anlatılanları okuduğunuzda, bu şehirlere ne kadar uzak olduğumuzu düşünebilirsiniz, ama Tanpınar’ın geçmiş özleminin, şimdiki moda tabirle, nostaljik duygularla tamamen aynı olduğunu görmek insanı şaşırtır. halbuki nostalji sadece kendi zamanımıza aitmiş gibidir. sisli bulutlar içinde, hasretle hayal edilen geçmişin de bir zamanlar şimdiki zaman olduğunu hatırlamak, belki bizi bu dalınan rüyadan uyandırır.

İnsan yaşlandıkça hatıralar gençleşir, canlanır. Yitip gidenlerden, eski kışlardan, nice güzel günlerden bahseder. ilginçtir, modern insan da yaş aldıkça geçmişe, eskiye daha bir düşkün hale geldi. bunda hız’ın etkisi var kuşkusuz, kundera’nın dediği gibi hız unutturur çünkü. Artık güzel ve kaliteli yaşam eski/ eskitilmiş evlerde, doğayla iç içe, organik ürünlerin yenip, eski zamanları yad ederek geçmeli. Bu düşüncenin eski refah modeline alternatif oluşturması ise, 1986’da ispanyol merdivenleri’nde açılan mcdonald’s restoranını protesto ile alevlenen yavaş yemek (slow food) hareketi ile başladı. Etnik ve bölgesel mutfakları korumak, doğal ve eski tip üretimi insanlara tanıtma fikriyle yola çıkan inisiyatif gitgide yavaşlayıp (!) yavaş hareket’e dönüştü.

Yavaş hareketin modern dünyada bir bomba gibi patladığını söylemek yanlış olur, ancak başta gelişmiş ülkeler ve sonra da gelişmekte olan ülkelerin ucubik dev şehirlerinde tutunmaya ve övgü almaya başladı. Nedeni basitti, hiçbir yüzyılın insanı bu kadar ses, bu kadar kalabalık, bu kadar yorgunluk görmedi. “…modern üretim yöntemleri sayesinde, herkesin rahat ve güven içinde yaşamasını sağlayabiliriz; ama bunun yerine kimilerinin aşırı derecede çalışmasını, kimilerininse başkaları için bitip tükenmesini yeğledik. buraya kadar makinelerin ortaya çıkmasından önceki kadar canlı, güç dolu olmayı sürdürdük, bunda aptallık ettik. ama hep de aptallık etmesi gerekmez ki insanın”.

Yavaş hareketin ilk sayfasına baktığınızda biraz evvel yukarıda konuştuğumuz eski güzel günlere duyulan özlemin nasıl tavan yaptığını görebilirsiniz. Sayfa Türkçe’den İngilizce’ye mi çevrilmiş diye düşünmeden edemedim. Durdurun dünyayı inecek var, arka bahçede domates yetiştirirdik, eskiden ne güzel komşuluk vardı herkes birbirini tanırdı… vs gibi bizim beylik cümlelerden bolca var. Bu küreselleşme ne menem bir şeyse artık, dertler, şikâyetler bile aynı.

Yavaş hareketin en vurucu, en göze batan işi ise yavaş şehir (cittaslow) projesi. Nüfusu 50.000’i geçmeyen kent ve kasabaların, belirtilen diğer ekonomik ve çevresel koşullara da uyması halinde yavaş şehir olunabiliyor. İtalya’da başlıyan hareket daha sonra Avrupa çapında büyüyen bir ağa sahip oluyor. Yavaş şehirlerde öncelikle ekonomik üretimin bölgesel üreticiler tarafından yapılması mühim, birçoğunda zincir restoran ya da dünyaca ünlü markaların satışları yasak ya da sınırlı. Üretim yapılan yerlerde çevresel koşullara azami dikkat söz konusu. Motorlu araçların kullanımı da oldukça sınırlı. Bu şehirlerde insanlara daha yavaş, daha sakin, daha mutlu bir yaşam öneriliyor. Bu kadar çok daha’nın olduğu bir yerde insanlara azı anlatmak mümkün mü?

Sorun hızda değil, talepte aslında. İnsanoğlunun bitmeyen isteklerini karşılamak için bu hız gerekli. Ama zamanın ritmi neyse ona göre. Roma’nın İsa’dan önceki son çeyrekte yaklaşık 1.000.000’luk bir nüfusu vardı. böylesine bir nüfusun doyurulması için haftada yaklaşık 5.000 ton tahıl gerekliydi. Ortalama bir Roma kağnısının yarım ton taşıyabildiği düşünülecek olursa, bu da her hafta roma’ya yaklaşık 10.000 kağnının girip çıktığını gösteriyor. Milattan öncesi için çok iyi bir sayı. Hatta bir roma kağnısını hızının 3 km, günümüz londra’sında bir arabanın hızının 12 km olduğunu düşünecek olursak, acaba hangi şehir daha hızlı diye sormak gerekiyor.
yavaş şehir’in en önemli özelliği çok uluslu şirketlerin ele geçirmeye başladığı yerel üretimin ve üreticinin korunmasını sağlamak. Bu örnekler ne kadar etkili olur bilinmez. Bu kadar küçük pazara sahip yerlerde, hem de geleneksel yöntemlerle ancak mostralık bir üretim söz konusu olabiliyor. Buna da ulaşmak oldukça zor ve pahalı. lokal üreticileri korumak iyi niyetli bir çaba olsa da bu sorunun endüstri devrimine geçişten bu yana varolduğunu görmek umutları kırıyor.

1800’lerin başında Londra dünyanın en büyük metropolüydü. Sömürgecilik, tarım ve sanayi devrimlerinin fitilinin ateşlenmesiyle Londra büyük bir cazibe merkezi haline gelmişti. Göçle birlikte nüfus artmış, sosyal ve ekonomik farklılıklar en üst seviyeye çıkmıştı. İşte bu dönemde William Cobbett yerel üretimin nasıl sekteye uğradığını yazıyor. bakalım şimdikiyle bir benzerlik bulabilecek miyiz? “…şehirler pazar kasabalarını ve köyleri, dükkânlar pazarları ve panayırları bitirdiler, kent toplumu içerisinde kendi isteklerini karşılamayı düşünen pek kimse yoktu, hazır olanı almak günün modasıydı. kahya kadınlar yemeklerini pişmiş satın alıyordu, çocuklara emsinler diye meme kiralamaktan daha yaygın bir şey yoktu…” Cobbet’in yazıları bazı noktalarda oldukça faşizan olsa da bu büyük pazardan aldıkları pay git gide yok olan köylünün derdini dile getiriyor. Bugün Türkiye’de de herhangi bir köy ya da kasabaya gittiğinizde duyabileceğiniz sözler bunlar.

Yavaş hareket, adına yakışır bir hızla emin adımlarla geliyor. Dünyanın birçok yerinde, okullar, organizasyonlar var. Gurular insanlara nasıl daha yavaş ve daha huzurlu olacaklarını anlatırken, bir yandan da yavaş ürünler yaygınlaşmaya başlıyor. Tahminim kısa bir süre içerisinde yurdumuzda da hangi şehrin daha yavaş olduğu yönünde çalışmalar başlar. yavaş hareket özellikle zor durumdaki bölgesel ekonomilere çözüm olabilecek alternatif olarak düşünenler var ancak şikâyet edilen sorunlara ancak geçici çözümler üretebileceklerini düşünüyorum. Büyük kapitalist ekonomileri bu şekilde delikler açarak engelleyebilmek oldukça zor, hatta kendisi de bu çarkın bir parçası olması muhtemel.

Tanpınar’ın mazi anlayışını belki de en güzel anlatan sözdür; dün bugündür, aslında değişen tek şey zamandır. Zamanı değiştirmenin imkânsızlığını anlatır. Bu beyhude çaba bizi ancak taşımak zorunda olduğumuz ağır bir yüke mahkûm ediyor. Başta söylediğim gibi eskinin de şimdi olduğu zamanlar vardı. Her yavaşı eski sanmak, eskiyi de doğru sanmak büyük bir yanılgı. yavaşın adını bugün koyamaz. Yavaş demdir. Dem de öyle kolay bulunmaz. diyor ya şair “aheste çek kürekleri mehtab uyanmasın…” işte onun gibi bir şey.

Kaynak: hafif.org

Todor Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön