View Single Post
Eski 03-04-2006, 09:03   #1
malina
agaclar.net
 
malina's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-04-2004
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 37,246
Bir orman bilim ve fen bakımından niteliğini yitirir mi?

BİR ORMAN BİLİM VE FEN BAKIMINDAN NİTELİĞİNİ YİTİRİR Mİ?

M. Ferruh ONUR

Son yıllarda dilimize pelesenk ettik, kalemimize doladık “ Bilim ve Fen Bakımından” diye başlayıp devam ederek 6831 sayılı Orman Kanununun 2. maddesinin b fıkrasına bağlanan bu söylemi.

Bir ormanın, bir orman parçasının “ Bilim ve Fen Bakımından” orman niteliğini yitirmiş olduğunu öne sürebilmek için, önce ormanın yasalarımızda nasıl tanımlanmış olduğuna bakmak gerekir.

Ormanı en iyi tanımladığı kabul edilen 3116 sayılı yasadan başlayarak, daha sonra çıkarılan ve içeriğinde çıkar sağlamaya yönelik bazı sözcük ve ibare değişiklikleri yapılarak yürürlüğe giren tüm orman yasalarının ve de bunlara bağlı tüzük ve yönetmeliklerin hiçbirisi ormanı “ Bilimsel ve Teknik” olarak tanımlamamıştır. Aslına bakacak olursak, bunu beklemek biraz saflık olurdu… Çünkü içinde bir takım istismara açık öğelerin bulunması gerekiyordu bu yasaları hazırlayanların beyinlerinin içerisinde. Yakın geçmişimizdeki bu mahut ve malüm, oportünist kesimlere, en azından bir ümit kapısını aralık bırakabilmek amacı ile böyle yapılagelmiştir hep. Ve her seferinde Ormancı Bürokratların, ormancı gönüllü kuruluşlarının görüşleri yok sayılarak, Onların ikazlarına hiç aldırmadan. Bu platformda ormanın tanımı her seferinde çok tartışılmış, çok çekiştirilmiş, esnek hale getirilerek, sonunda istek ve emellerine uygun olarak yasalaşmıştır.

Şayet ormanın tanımı, hiç değilse, bilim ve tekniğin süzgecinden geçirebilmiş, onlarla çelişmeyen; hukuksal bir dil ve teknikle ifade edilebilmiş olsaydı, söz konusu kesimin, orasını burasını çekiştirip, işine geldiği gibi yorumlama ve uygulama kapıları tamamen kapanmış olur, 2B huzursuzluğu da gündeme gelmezdi.

Ormancıların ormanın tanımını, yasalardaki gibi değil, sivilkültür ve ekoloji ilkelerine uyarak yaparlar. Bu tanımlar bir kalıp halinde olmasa da mealen birbirinin aynıdır. Buna göre biz de şöyle bir tanımlama yapabiliriz, örnek olarak: “ Kendine özgü bir mikroklima yaratabilecek kadar saha ve kesafete sahip ağaç-ağaçcık toplulukları ile, ortak yaşam koşullarında dengeli bir şekilde yaşamını bu topluluğa bağlamış flora ve faunaya; tüm bu canlı varlıkları üzerinde barındıran araziye orman denir”.

Yaptığımız bu tanımı biraz açalım ve teker teker inceleyelim. Ne olup ne olmadığını anlamaya çalışalm. Önce Ağaç – ağaççıktan başlayalım.
Ağaç nedir, ağaççık nedir? Yasalarda “ Çapı 10 cm. ve boyu 5m. Den büyüklerine ağaç, küçüklerine de ağaççık” şeklinde açıklanmıştır. Bu yanlış ve yanlış olduğu kadar da çelişkili bir tanımdır. Nedenleri ise; bugün bu ebaddaki bir ağaççık büyüme periyodu içersinde bir iki yıl sona ağaç kategorisine girecektir.

Aslında yasadan çıkarılacak anlam, “ Ağaççık” olarak nitelendirilen nesnenin, edafik ve klimatik faktörlere bağlı olarak fazla büyüyemeyip bodur kalan ve morfolojisini bu koşullara uydurmuş olan kserofit bitkiler yani MAKİ’ler olduğudur. İşte yasalardaki çelişki de, maddenin istisnalar bölümünde, makilerin orman sayılmadığı şeklindeki ifadede yatmaktador. Birinci maddede, maki demek olan ağaççık’ı orman sayıyor. Sonra da istisnalar bölümünde aksini belirtiyor. Bu gerçek bugüne kadar hep gözlerden kaçmış, kimse de bu çelişkiye değinmemiş, üstüne gitmemiştir. Sözün kısası, çalı formasyonunu ifade eden Frigana ile tamamen ağaç normunda olan makiler birbirine karıştırılmaktadır. Sırf kserofit veya kseromorf olduğu gerekçesiyle bir palamut meşesiyle, bir laden birbirine eşdeğer tutulmuştur. Bunların sözü açılmışken antiparantez tekrarlamak gereğini duydum. Makilerin ağaççık olduğunu, ister ormancıya, ister ziraatçiye, ister coğrafyacıya, ister biyologa sorun. Hepsi ayni gerçeği ifade edeceklerdir tereddütsüz.

Açıklamalara devam edelim: Yaşamını ağaç topluluğuna bağlayan flora “ bölümüne gelelim. Nedir flora? Ormanaltı ve orman içindeki yaşayan tüm bitkilerdir. Çalılar,otlar,çayır-çimenler …. Çiçekler, aquabitkiler, eğreltiler,, algler, yosunlar,likenlerdir… Toprakta yaşayan bakteriler… Özetle, ormanla bütünleşen tüm vejetasyon grupları, her türlü yeşil varlıklardır. Keza Fauna… Orman içinde ve etrafında yaşayan ve ormanı bir habitat olarak seçen Etçiller,otçullar,sürüngenler,amfibiler,solucanlar ,salyangozlar… Kuşlar, böcekler, mikroorganizmalar… Akla gelebilecek her tür populasyonları, kommuniteler….

Birde ormanın cansız öğeleri var. Canlılara kucak açan, onları barındırıp besleyen arazi… Oluşmuş zonal topraklar, oluşma aşamasındaki turbiyerler, torflar, modenler… Oluşumun ilk aşamasındaki kayalık yerlerle üstündeki dolinler, uvalalar… Akarsu yatakları, göller – göletler… Sulak alanlar.. Kumullar.. Kısaca “ Substratum” olarak tanımlanan zemin.

Ormanın bilimsel tanımı ile açıklamasını yaptık, şimdi, orman yasaları böyle bir tanım yapmadığına göre, uygulamada bu tanıma göre işlem yapmak gerekir diye iddia ediyor ve ısrarla ilgililerin bu noktaya dikkatini çekiyorum.
Bir ormanın hiçbir zaman “ Bilim ve Fen Bakımından” orman niteliğini yitiremeyeceğini savunduk ve bunu haklı nedenlere dayandırdık. Peki aksi olamaz mı? Olur olmasına da bu süreç tarihi süreç kıstası ile ölçülemez. Ancak bir jeolojik zaman birimi içersinde tektonik, orojenik olaylar sonucu ve buna bağlı olarak melhuz panklimatik iklim değişikliğine bağlı olarak gerçekleşebilir ki bu da milyon yıllarla ölçülür. Yani kısaca olamaz…

Uygulamada tam bir sağırlar diyaloğu yaşanıyor. Orman Bakanı “ Ben ormanları satmıyorum” diyor. Karşısındakiler 2B yi temcit pilavı gibi durmadan öne sürüyorlar. Biraz da tecahülü arifane ile. Kim haklı, kim haksız? Ya da kim ne kadar haklı, kim ne kadar haksız belli olmuyor. Karşılıklı ithamlar, mazeretler kimse kimseyi dinlemiyor. Anlamaya çalışmış olsa, bence ortak paydada buluşmak ise ne kimsenin aklına ne de işine geliyor. 2B yi futbol topuna döndürdüler. Önüne gelen tekmeyi sallıyor, işine geldiği gibi kullanıyor. Taraflar birbirini dinlese, ya da anlamaya çalışmış olsa bence ortak bir paydaya bile gerek yok. Zira ortada bir orman satışı, bir orman peşkeş çekişi söz konusu değil

Ormanlık alana şöyle veya böyle, uzun yıllar önce yerleşmiş, yerleştiği yerde birkaç nesil geçmiş, buraların nasıl olupta yerleşim alanı olduğunu bile belki bilmeyen 3. kuşağın yaşadığı, kayıtlarda hala orman olarak gözüken beldelerde yaşayanların… Bu mekanlardan sökülüp atılması; haydi bir şekilde atıldığını varsayalım, boşaltılan bu arazinin yeniden orman haline getirilebileceği acaba olası mı? Tüm bir beldeyi yıkıp, çıkan enkazı kaldırıp ( nereye nasıl kaldırılabilir?) temizlenip toprağının ıslah edilip kültürel elverişli hale getirilmesi, sonra da buralarda orman kurulması… Olası mı?.. Bu düşüncede biraz ütopya kokuyor, biraz mesleki taassup yatıyor gibi geliyor insana… Bir hayal-i muhal…
Bu düşünceden hareketle, söz konusu arazileri tasarruf edenlerin “ Fuzuli- Şagil” olarak kabul edilip, mutasarrıflarına satışı, kanımca rasyonel bir işlem olur. Bazıları zilyedlikten söz ediyorlar ki bu tamamen yanlış ve yasal dayanaktan yoksun bir iddiadır.

Gelelim bu Fuzuli Şagilin miladının saptanmasına. Yani 1980’den önce mi sonra mı gerçekleştiğine. Bu konuda da devamlı istismar edilmektedir. İşi devamlı karıştırıp, bundan maddi veya manevi çıkar sağlamayı düşünenlerce. Bu miladı saptamak olanaksız değildir. Aksine çokta kolay saptanabilir.

İstanbulu örnek alalım. 1980’li yılların başlarında, gecekonduların saptanması amacı ile 1/2000 ölşekli Aerofotogrametrik haritalarının yapıldığını çok iyi anımsıyorum. Nirengi işaretleri hala sokaklarda görülebilir, bir papyon gibi, boyaları hala silinmemiş olarak. Buna ek olarak, Orman Bakanlığının ve Büyükşehir Belediyesinin sık aralıklarla saptadığı hava fotoğrafları da arşivlerde yerini almış ve istifadeye açık tutulmaktadır.

İstanbul’u örnek aldık. Aslında bu bir çok büyük şehirde de mevcuttur. Ayrıca özellikle yeni teşekkül eden beldelerin “ Halihazır Haritaları” ile “ Röleve – Revizyon Planları” da İller Bankasının arşivlerinde büyük bir titizlikle muhafaza edilmektedir. Bitmedi. Bunlara ilaveten, mahkemelere intikal etmiş ve işlem gören sayısız dosyalar, vergi kayıtları, su – elektrik- telefon faturaları… Yetmez mi? Haydi diyelim ki, bu saydıklarımızın hiçbirisi yok. Bu takdirde bu binaların hangi yıl inşa edilmiş olduğunu, yani 1981 den evvel mi yoksa sonra mı yapılmış olduğunu saptayamayacak mıyız? Bilim ve Teknik ne güne duruyor? Alırsınız binadan numuneler, götürürsünüz bir üniversitenin ilgi ünitesine, ya da Belediyelerin laboratuarlarına, buralarda yapılan tetkik ve incelemelerde kaç yıl evvel yapılmış olduğunu öğrenirsiniz. Bu kadar basit…

malina Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön