View Single Post
Eski 26-11-2007, 08:57   #35
malina
agaclar.net
 
malina's Avatar
 
Giriş Tarihi: 03-04-2004
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 37,246
Almanya Ülkemizde Altın İşletilmesini Neden İstemesin?

Tahir Öngür, Jeoloji Yüksek Mühendisi

Son aylarda, Almanya’nın ülkemizde altın madeni işletilmesini istemediği için bu yöndeki girişimleri baltalamaya çalıştığı ve bunun için de ülkemizde etkinliklerini sürdüren bazı vakıfları kullanarak, altın işletmelerine karşı çıkanları beslediği ve yönlendirdiği savları aldı yürüdü. Bu savlarla, önce emperyalizmin ulusal devleti yıpratmaya, zayıf düşürmeye yönelik eylemlerine karşı duran, ya da hiç değilse bu savlarla öne çıkan bazı yazar ve örgütlenmeler tarafından, Almanya’nın Türkiye’yi zayıf düşürme, parçalama, Orta Doğu’da nüfuzunu güçlendirme çalışmalarının ülkemizdeki beşinci kolunun, bazı siyasal ve sosyal vakıflarının, çalışmaları eleştirildi. Bu vakıfların yasaların sağladığı olanakları zorlayan varlık ve çalışmaları; giderek ve özellikle etnik ayrım ve çatışmalara yönelik ilgi ve etkinlikleri bu eleştirilerin ağırlıklı konusu oldu. Hele Almanya’nın ülkemizdeki ayrılıkçı etnik ve dinsel gerici örgütlerin merkezi durumuna gelmiş olması da bu eleştirilere büyük ölçüde inandırıcılık kazandırdı.

Ancak, bu antiemperyalist eleştiri ve sergilemelere sahip çıkanların arasına, bundan kendi çıkarlarına pay çıkarmak isteyen bazı çevreler de karışınca iyi niyet/kötü niyet ayırt edilemez oldu. Alman vakıflarının ülklemizdeki çalışmalarının altında yatan niyete ilişkin eleştiriler nerede ise 2 yıldır değişik ortamlarda yayılırken hiç te medya desteği alamamıştı. Ancak, bu vakıflara, devlet desteği almayan ve yalnızca az gelişmiş ülke halklarının beslenme ve çevre sorunlarını savunma yönünde çaba gösteren bir dernek, FIAN’ın da adı karıştırılıp bu derneğin ülkemizdeki altın işletme girişimlerinin ilk yıllarında buna karşı çıkanlara vermiş olduğu destek Alman emperyalizminin ülkemizdeki çabalarının en önemli örneği olarak dillendirilir olunca medyada ilgi gördü. Artık, yazılı ve görsel iletişim ortamlarında buna sahip görünüp dillerine dolayan ve geçmişlerinde hiç bir antiemperyalist bir çaba olmayan bir çok kişi, PKK terörü ya da Kaplancıların Almanya tarafından nasıl kollandığını değil ama, ülkemizdeki altın zenginliklerinin işletilmesinin Almanya tarafından engellendiği varsayımını yayar oldu.

İlginç olanı, bu propaganda kampanyasının, ülkemizin altın rezervinin 6500 ton ve dünyada ikinci olduğu, işletilirse 400 milyar dolar kazanacağımız ve IMF'e el açmak için bir nedenimizin kalmayacağı yalanının güçlü bir kampanya ile kamuoyuna iletilmeye çalışıldığı, ancak beklendiği kadar başarılı olunamadığı dönemden 5-6 ay kadar sonra ortaya çıkması idi. Ülkemizin böyle bir zenginliğe sahip olmadığı, olsa idi bile söylenen sayıların hayali olduğu ve gerçek olsaydı bile bu işletmelerden ülkemize pek bir şey kalmayacak olduğu başka yazılarda açıkça ortaya kondu ve hiç değilse kamuoyuna ulaşılabildiği kadarı ile bu yanıltıcı kampanya boşa çıkarıldı. Ancak, bunun anılarından da yararlanarak kamuoyunu altın işletmelerine ısındırabilme yolunda şimdi de Alman emperyalizmine karşı yurtseverlik gösterisi ile altın işletmeciliği savunulur oldu.

Onlara göre, Almanya ülkemize yılda 2 milyar dolarlık altın satıyordu ve bu pazarı yitirmemek için Türkiye’de altın işletmelerini engelleyici çabalara girişmişti. Bunu da, vakıfları eli ile yapmakta idi. Ülkemizdeki altın işletmeciliğine karşı çıkışlar da yurtseverlikten yoksun ve Alman emperyalizminin dümen suyunda casusluk çalışmaları olarak algılanmalı idi. Çok kolay yayılabilecek, güncel sorunlarımızı dış düşmanlarla açıkladığı için çekici olacağı umulan ve emperyalizmi Almanya’ya indirgediği için küreselleşme ve yeni emperyalizmin önünde psikolojik bir engel bile çıkarmayacak bir propaganda idi bu.

Yurtseverliğini Almanya’ya karşı olmakla sınırlayanlar için yeni bir kanıt ve örnek bulmanın ne denli sevindirici olduğunu anlayışla karşılamak gerekli. Kısa bir süre önce, kamuoyunu altın işletmeciliğine karşı ve yargı kararları konusunda kuşkular doğuracak şekilde bir kampanya deneyip bunda umdukları kadar başarılı olamayan, altın işletmesi girişimcileri ve onların değirmenine su taşıyan ödüllülerin de, böyle bir bilinç bulandırma kampanyasına sahip çıkmalarını da anlayışla karşılamak yerinde olur. Ancak, dünyanın böylesine yalın olmadığının açıkça görüldüğü, emperyalizmin ne zamandan beri ulusal sınırların çok ötesine nasıl taştığını sayısız örneklerle yaşadığımız bu çağda kendilerine yöneltilen her saçmalığın, her yalanın, her propagandanın gönüllü ve safdil tüketicisi olan okumuş yazmış sayısız insanın böyle kaba bir propagandaya hemen kapılması karşısında, ülkemiz adına umutsuzluğa kapılmamak elde değil.

En küçük bir sorgulama, bilgi edinme çabası ya da bir mantık tartımı bile insanda bu propaganda konusunda nasıl olur da kuşku duyurmaz, anlaşılır gibi değil. Ülkemizde altın işletme girişiminde bulunan ve ısrar edenler yabancı şirketler değil mi?

Bunların başı çekeni bir Avustralya şirketi. Ülkemizdeki ilk günlerinde ortakları arasında bir Alman şirketi de vardı. Bergama Ovacık’taki girişimi yıllar boyu yürütüp bugüne getiren şirket olan Eurogold, Avustralya kökenli Normandy Poseidon ve Kanada Kökenli Metal Mining Corporation’a bağlı olarak 29 ağustos 1989 da kurulmuş ve ortaklıkları yıllara göre değişiklik göstermişti. 1989’dan 1994’e kadar şirketin paylarının %66.67’si AAC (Anglo American Corp) Avustralya kökenli Normandy-Poseidon Grup şirketlerinden Poseidon Gold Limited ve %33.33’ü de Alman ve Kanada kökenli Metallgeselschaft Grup Şirketlerinden Metal Mining Corporation (Mineral Geselschaf-Degussa-Dresdner Bank) tarafından paylaşılmakta idi. İşletmeyi şimdi, başlangıçtaki ortaklarından ayrılmış olan Normandy Ltd’in bütününe sahip olduğu ülkemizde kurulu Normandy AŞ yürütmek istiyor. Normandy Ltd Avustralya’nın en büyük, dünyanın da yedinci büyük altın üretici şirketi. Yine de, bugünlerde bütün hisselerini ya Güney Afrikalı dünyanın en büyük şirketi olan Anglogold; ya da ABD’nden dünyanın ikinci büyük Newmont şirketine satarak onlarla birleşecek. Tipik bir çokuluslu şirket; ve bir emperyalizmden söz edilecekse, onun küreselleşme görünümünde yeniden örgütlenen son aşamasının çok somut bir ögesi. Bir çok yatırımında da Alman bankalarının, en çok ta Dresdner Bank ve Commerz Bank’ın kredilerini kullanıyor.

Türkiye’de en hırsla ve yaygın altın işletme girişimi olan ikinci bir şirket, Eldorado ise Kanada’da kurulu küçükçe bir şirket. Uşak, İzmir, Eskişehir ve Havran’da altın işletmek istiyor. Finansını kısmen Toronto Borsası’ndan topladığı paralarla, kısmen banka kredileri ile ve kısmen de tefecilerden gelecekte üreteceği altına karşılık borçlanarak sağlıyor. Bu tefecilerden biri şirketin iplerini eline almış : Almanya’da çalışan Rotschild’ler. Sermayesi’nin de %26’sını Güney Afrikalı Anglogold almış. Onun pay sahipleri arasında yine Alman sermayesinin ağırlıklı olduğu biliniyor. Zaten, işletmek istediği Havran Küçükdere sahasını da, buradaki işlerini üzerinden yürüttüğü Tüprag şirketi ile birlikte Almanlardan almış. Tüprag yeni kurulduğunda Alman Preussag firmasının malı idi.

Ülkemizdeki ilk altın girişimi bu şirketin eli ile Almanlar tarafından yapıldı. Bölgede gelişen yaygın direniş ve ÇED Raporu’nu onaylatamamasının yanında, Avrupa Parlamentosu’nun yaratılacak çevre sorunlarına karşı bu girişimin desteklenmemesini isteyen kararı ve banka desteklerini de yitirmesi sonucunda Almanlar Türkiye’de doğrudan altın arama girişimini bırakmak zorunda kaldı.
Ülkemizde altın işletmeye ilgisini sürdüren bir başka şirket te yine Kanadalı, dünyanın en büyük çinko işleticisi Cominco. Onun da, birçok yatırımında Alman Bankalarının finansmanı var.

Bunlar ulusal şirketler mi? Ülkemizde kendi çıkarları, dünya finans kapitalinin çıkarları ve yönetimlerinde etkili oldukları gelişmiş kapitalist ülkelerin çıkarlarını değil de ülkemizin çıkarlarını korumak için mi dolaşıyorlar? Ürettiklerini olduğu gibi ya da olabildiğince bize bırakıp mı geri dönecekler? Kazandıkları ile ülkemizde başka yatırımlar mı yapacak, yatırımlarında bizim endüstrimizin ürünlerini mi kullanacaklar? Ellerinden geldiği kadar çok mu vergi verecekler? Yoksa, Dünya Ticaret Örgütü’nün, IMF’in ve Dünya Bankası’nın baskıları ile art arda çıkardığımız ve bu tür çokuluslu şirketlerin ülkemizde istediklerini yapmak ve kazandıklarını istedikleri gibi dışarı çıkarmak olanağını bulmalarını sağlayan yasaların tadını çıkarıp bize yalnızca çevre kirliliği ve insan sağlığı risklerini mi armağan bırakacaklar? Bunları düşünmeden emperyalizme de, Alman emperyalizmine de karşı olunabilir mi?

Bu soruları akıl edip biraz kuşkuya düşen birisinin ilk sorması gereken şey, gerçekten Almanya altın üretiyor; üretiyor da Türkiye’ye satıyor; ve bu pazarı yitirmemek için uğraşıyor mu?
Bakalım!

ABD İçişleri Bakanlığı’na bağlı USGS (ABD Jeoloji Surveyi) bütün dünya ülkelerinin maden üretim ve ticaretinin istatistiklerini, ciddi ve ayrıntılı bir veri demeti biçiminde yayınlıyor. Kaynakları, genellikle kamu kaynakları. Yıldan yıla da yenileniyor.

USGS’in “spatial data of mineral resources” verilerine göre, Almanya’da da 1995’te varlığı bilinen bazı altın yatakları var.

Bunlar şöyle sıralanabilir :
Friedensgrube’de Oberjrenken (kesikli ve küçük ölçekli üretim yapılıyormuş 90’ların başında)
Sachsen’te Freiberg (üretim yok)
Westervald (üretim yok)
Sachsen’de Sadisdorf (üretim yok)
Landeskrone’de Siegerland (kesikli ve küçük üretim yapılıyormuş 90’ların başında)
Westphalia’da Sieger (üretim yok)
Sachsen’de Michelis-Fundgrube (kesikli üretim yapılmışmış 90’ların başında)
Harzmountains’de Tilkerode (kesikli üretim yapılmışmış 90’ların başında)
Hessen’de Dachsberg (üretim yok)
Harzmountains’de Andreasberg (kesikli üretim yapılmışmış 90’ların başında)

Yine aynı kaynağa göre 1990’da Doğu Almanya’da 1750 kg altın üretilmiş. Batı’daki üretimin ise, 18 kg kadar olduğu tahmin ediliyor. 1991’de tahminen 10 kg altın üretilmiş.

İzleyen yıllarda ise altın üretimi hiç yok. Yani bilinmesi gereken ilk şey Almanya’nın bilinen altın yatakları olmasına karşın, altın madeni işletmediği; 1991’den önce Doğu Almanya’da yapılmakta olan üretimden ise daha sonra vaz geçildiği.

Ama, Almanya’nın altına karşı ilgisiz olduğunu söylemek güç. Dünya’da merkez bankasında en çok altın bulunduran ikinci ülke Almanya.
Dünyada Merkez Bankalarının yüksek altın stoklarında kalmaları yönünde bir baskı olduğu ve 1999 Eylül’ünde ABD’nde 7 büyük ülke merkez bankası yöneticilerinin yaptığı toplantı sonucu açıklanan “Washington Round Anlaşması” ile merkez bankalarının altın stoklarını korumaları ve satışlarının engellenmesi kararı alındığı bilinmektedir. Bu toplantının yapılmak zorunda kalışı, merkez bankalarının elinde büyük miktarlarda, değeri sürekli düşen bir malın, altının tutulmasından ötürü devletlerin önemli kayıplara uğradığının ortaya çıkması üzerine toplu satış eğilimlerinin başlamasıdır. Giderek, IMF ve İsviçre merkez bankasının elindeki altınların bir bölümü satılarak çok borçlu yoksul ülkelere yardım yapılmasında kullanılması için başarılı kampanyalar açılmış ve yandaş bulunmuştur.

Bu kampanyalar Clinton'’an da destek görünce sözü edilen toplantı yapılmış ve altın fiyatlarının daha da düşmesine neden olacak bu girişimler zor yolu ile önlenmiştir. Bu arada, daha önceden merkez bankalarını altından temizlemiş olan Türkiye gibi (ki aralarında Japonya, İngiltere, Tayvan, Çin, Hindistan, İsveç, Yunanistan, Avustralya, Danimarka, Brezilya, Kanada, Norveç, kore, vb gibi çok değişik ülkeler de var) ülkeler bundan kazançlı çıkmış, stoklarını artan değerlerde tutabilmiştir.

Dünyada resmi devlet kurumlarının elinde Ocak 2001’de toplam 28,824 ton altın bulunmakta ve bu, tutulan toplam değerlerin %12’sini oluşturmakta idi. Bunun yanında IMF ve ECB gibi uluslararası düzenleyici kuruluşlarda da 4,167 ton altın tutulmaktadır. ABD bu konuda başı çekmektedir ve merkez bankası depolarında, stoklarının %56.4’ünü oluşturan 8,137 ton altın tutmaktadır. Almanya ikincidir ve merkez bankası dönüştürülebilir stoklarının %35.2’sini oluşturan 3,469 ton altın tutmaktadır. Üstelik, birkaç yıl önce 2700 ton dolayında olan stoklarını önceki yıl 3469 ton’a çıkarmıştır. Altınını satmamış, tersine altın alarak merkez bankasında daha çok altın saklar olmuş.

Bu sayılar, kampanyada dile getirilen sayıların yanında ne denli küçük kalıyor. Gerçekten de, Hablemitoğlu bu konudaki savlarını derlediği kitabında, televizyonlarda bir Alman Yeşil Parlamenterinin ülkesinde 100 bin ton altın bulunduğunu söylediğini veri olarak kullanıyor; ama kendine istihbarat tarihçisi sıfatını yakıştırmasına karşın aslını araştırmak için kendini yormaksızın. Oysa, bu konuya ilgi duyacak olanlar ilk önce, dünyada insanlık tarihi boyunca yeraltından çıkarılan, altının 140 bin ton dolayında olduğunu; bunun kayıp 20 bin ton kadarı dışında halen 120 bin ton kadarının adresinin belli olduğunu; 30 bin tondan çoğunun merkez bankaları ve uluslararası finans örgütlerinin kasasında, 20 bin ton kadarının altın borsalarının düzenlediği yatırımcılık pazarında ve kalanının da başını (Almanya’daki değil) güney ve güneydoğu Asya ülkelerindeki kadınların kol ve boyunlarında asılı olduğunu öğrenecektir.

Açıkçası, Almanya altın üretmeyen, dünyadaki altın varlığından sözü edilemeyecek kadar azını ülkesinde bulunduran ve merkez bankasında sakladığı altın miktarını satarak azaltan değil satın alarak arttıran bir ülke. Ancak, dünyadaki altın sektörü içinde de güçlü bir yeri var. Alıp satıyor. 1996’da 90 ton altın satmış (çoğu İsviçre, İtalya ve İngiltere’ye) ve 95 ton kadar da (çoğu İngiltere, Kanada ve İsviçre’den olmak üzere) altın almış. Ayrıca 160 milyon dolar eşdeğerinde hurda altın ya da takıyı (İsveç, Habeşistan ve Norveç’ten) da satın almışlar. 1998’de sattığı hurda altın 4,4 milyon dolarcık (çoğu İsviçre (2,45 milyon dolar), Belçika-Lüksemburg (1,55 milyon dolar), ABD(306 bin dolar) ve Türkiye’ye(84 bin dolar) ve 569,2 milyon dolarlık metal altın (İsviçre’ye 143 milyon dolar, Tayland’a 51,5 milyon dolar, İngiltere’ye 48 milyon dolar, ABD’ne 4,5 milyon dolar). Aynı yıl 117 milyon dolarlık hurda ve 1,3657 milyar dolarlık ta metal altın satın almış Almanya, dışarıdan. İngiltere’den 540 milyon dolar, İsviçre’den 267 milyon dolar, Kırgızistan’dan 190 bin dolarlık, ABD’nden 42 milyon dolar ve İsveç’ten 19 milyon dolarlık alımları olmuş.

Neden alıp sattığı ise, bu sektörün zayıf bir yanında yatıyor. Altın madeni işlettiğinizde ürettiğiniz şey bildiğiniz altın değil. Dore dedikleri ve altın, gümüş ve biraz da başka metallerin (alaşımından değil) karışımından oluşan bir külçe. Bunun yeniden rafine edilmesi ve bu metallerin ayrılarak saflaştırılması gerekli. Bu rafinerilerin ise her yerde bulunmadığı ve her yerde kurulmasına da fırsat verilmediği görülüyor. Örneğin, ülkemizde yok. Ancak, Avrupa’da, özellikle İsviçre ve Almanya’da var. O yüzden üretilen dore, ham altın bir çok yerden Almanya’ya satın alınıyor ve arıtıldıktan sonra başka ülkelere satılıyor; en çok ta takı yapacak ülkelere.

Yukarıda sergilenen ve güvenilirliği tartışma götürmeyecek verilerden Almanya’nın altın sattığı ülkelerin içinde ülkemizin önemli bir yerinin olmadığı görülüyor.

Ayrıca, Türkiye’nin dünya altın sektörü içinde önemli ve dikkat çekici bir yeri var. Öncelikle, ülkemizin dünyanın en çok altın satın alan ülkelerinden biri olduğu bilinmektedir. Bu satın alım her yıl biraz daha artıyor. İstanbul Altın Borsası Başkanı Serdar Çıtak’a göre, 2000 yılında 204 ton altın dışalımı ile rekor kırılmış. Çıtak, İAB’nın, yabancılara yapılan yurtiçi satışlar ve yurtdışına yapılan dışsatımın da etkisi ile bu yıl 204 ton altın ithal ettiğini söylüyor. Bu dış alım 1999’a göre %100 artış göstermiş. Turizm sektöründeki olumlu gelişmelerin de bunda katkısı olduğu belirtiliyor. Çıtak’a göre, Türkiye’nin dünya altın ticaretindeki payı %10’a ulaşmıştır. Borsa’nın kuruluşundan bu yana işlem hacmi düzenli ve hızlı artmış, 1996’da 173; 1997’de 291; 1998’de 439; ve 1999’da 491 ton’a ulaşmıştır.

Kuşkusuz, Dünya Altın Konseyi’nin özendirme çalışmalarının da bu gelişmede önemli bir katkısı var. Konsey (WGC) Türkiye Genel Müdürü Murat Akman, dünyada altın takı ihracatına izin verilen her ülkeye ihracat yapıldığını; böylece 40 ülkeye takı satıldığını; dünya altın takı üretim ve ihracatının devi İtalya’ya bile bitmiş takı satılabildiğini belirtmektedir. Türkiye’de hem altın takı işleme için gereken teknolojinin gelişmiş ve hem de işgücünün ucuz olmasının bunda etkili olduğu düşünülmektedir. Akman, Türkiye’nin 1990’lardan önce 80 ton altın alıp bunun tamamını iç pazarda tüketir iken, şimdi çok daha fazla altın ithal edip tümünü takı olarak işlediği ve takı dışsatımında dünya önderliğine oynadığını belirtmektedir.

WGC Türkiye Müdürü Murat Akman, bunalım dönemlerinde kuyumcuların hurda altını işleyerek yurt dışına sattıklarını ve çok iyi bir döviz girdisi sağladığını söylüyor. Akman’a göre 2000 yılında yurtdışındaki alıcılara 58 ton, ülkeye gelen turistlere 39-40 ton ve Laleli’de de yaklaşık 15 ton satış yapılmıştır. 2001 yılı ilk yarısında dışalımın geçen yılın beşte biri, onda biri düzeyinde kalmasına karşın takı endüstrisinin tam gün çalışıyor olmasına dikkat çeken Akman, 2000 yılında 1 milyar 250 milyon dolarlık dışsatım geliri sağlandığını ve bu yıl dışsatım gelirinin, üçte ikisi hurda altının işlenmesinden gelen 2 milyar dolar ya da üzerinde gerçekleşmesinin beklendiğini belirtiyor. Kuyumculuk sektörünün beş yıl içinde istihdamını 250 binden 500 binlere çıkarabileceği ve 2-3 milyar dolar net döviz girdisi sağlanabilmesi umuluyor.

Ülkemizde altın yatırım aracı olarak ta önemini değilse de, varlığını sürdürüyor. Körfezbank Genel Müdürü Hüsnü Akhan’ın Londra Külçe Piyasası Birliği LBMA’nın İstanbul’da düzenlediği Değerli Metaller Konferansı’na verdiği bildiriye göre, Türkiye’de yüzlerce yılda biriktirilmiş 6 bin ton kadar altın stoku var.
Türkiye’nin altın dendiğinde oldukça akılcı bir konumda yer aldığını bu resim ortaya koymakta.

Bu açıdan bir başka akılcı konum da Merkez Bankası’nda altın stokunun azlığı ve toplam rezervler içindeki düşük oranı. TC Merkez Bankası’nın 1998 Yıllık Raporu’na göre, Merkez Bankası’nın stoklarında uluslararası standartta olan 116.59 ton ve olmayan 3.25 ton’dan toplam 119.84 ton altın tuttuğu anlaşılmaktadır. Yine Merkez Bankası verilerine göre 33 milyar dolar toplam uluslararası rezervin yalnızca 1 milyar dolarlık bölümü altın şeklinde saklanmaktadır : %3,06.
Almanya’nın altın işletmeciliği ile bağları yalnız ticaret ile sınırlı değil. Almanya kendi ülkesinde altın üretmekten kaçınsa da, dünyanın her yerindeki altın işletmelerini banka ve tefeci kredileri ile ve altın işletmelerinin yaygın bir borçlanma aracı olarak kullandıkları “Hedging” uygulamalarına finans sağlayarak destekliyor ve bundan önemli bir kazanç elde ediyor.

Yine dünyanın her yerindeki altın işletmelerinin kullandığı ve çevre sorunlarına yol açtığı ve zehirli atıklar ürettiği tartışılan kimyasalların dünyadaki en büyük üretici ve satıcısı da Almanya.

Yine yukarıda değinildiği gibi, dorenin arıtıldığı altın rafinerilerinden de para kazanıyor, Almanya. Kendi ülkesindeki tesislerle yetinmeyip yayıldığını, 1999 yılında İsviçre’deki bir rafinerinin önemli payını Dresdner Bank’ın satın aldığını bildiren USGS kayıtlarından anlıyoruz.

Uzatmaya gerek yok. Almanya, kendi topraklarını altın işletmeciliğinin atıkları ile kirletmekten uzak duruyor; ama, başka ülkeler umurunda değil. Daha doğrusu umurunda ve başka ülkelerde altın işletmelerinin çoğalmasında çıkarı var. Oralarda işletme girişimlerini finansal olarak destekliyor, gelecekteki üretimlerine karşılık borç veriyor, tefecileri bu işten para kazanıyor, kimyasal satıyor, ara ürünlerini alıp rafine ediyor, altın alıp altın satıyor. Dünyanın neresinde altın çıkarılırsa, bu bir yanı ile Almanya’ya yarıyor.

Ülkemizde altın çıkarılmasını da istememesi için bir neden yok. Nitekim, bunu ilk kez bir Alman şirketi denedi. Edremit Körfezi çevresinde yaşayan yöre halkı, yerel yönetimler ve Ege’nin aydın insanlarının tepkileri karşısında girişimini yarı bırakıp perde arkasına çekildi.

Dünyada emperyalizm varsa, Almanya’da bunun güçlü bir aktörü. Emperyalizmin değirmenine gizli açık su taşıyanlar varsa, bu yalanlar ve yanıltmalarla açığa çıkarılamaz. Bunu açığa çıkarmanın tek yolu, Türkiye’de altın çıkarılmasından kimin ne kazanıp, kimin ne yitireceğine bakmak.
Kimin tarlasının yukarısında zehirli atıklarla dolu bir atık barajı olacak; kimin arıları ölüyor; kimin büyükbaş hayvanları sakat doğurmaya başladı; kimin ülkesinde siyanürle maden işlenen bir tesisin yanındaki köydeki insanların yarısı 10 yıl içinde kanserden ölerek tükendi; kimin en seçkin turistik yöresinin ortasına bir maden çukuru yerleşecek; kim, evinde otururken birden bire patlayıcı atımlarının sarsıntılarıyla yerinden sıçrayacak; kim, iş buldum diye sevinirken 5-6 yıl sonra işsiz kalacak; kimin ülkesi üretilen değerin onda birine bile sahip olamazken, yarın öbür gün terkedilmiş zehirli atıkları temizlemek için milyonlarca dolar harcamak zorunda kalacak, buna bakmalı.

Ya da hangi ödüllü, yukarıda bazılarına değinilen yalanları raporlarda toplayıp önderlerini yanıltmaya ve Maden Yasası’nı değiştirmeye uğraşıyor; kim bu yalanlara dayanıp emperyalizmi Alman siyasetine hapsetmeye çalışıyor ve küreselleşmeyi ve Toronto, Melbourn, New York borsalarında toplanan paralarla vurgun vurmaya çalışan bir avuç çokuluslu şirket yöneticisini göz ardı ediyor; kim villasına havuz yaptırabilmeye ancak yetecek düzeyde bir gönenç umudu ile bilimsel gerçekleri yerlerde süründüren bilimsel raporlar yazıyor; kim, bu girişimcilerden iş kapabilmek için Üniversite koridorlarını kavga alanına dönüştürüyor, buna bakmalı.

Yurtseverliği, ulusal devleti küreselleşme urbasına bürünen yeni emperyalizme karşı savunmayı, insan sağlığını doğayı ve sürdürülebilir kalkınmayı giderilemeyecek kirlenmeye karşı koruma kararlılığını sınamak için, sınanacak olanın altın işletmeciliğine karşı tavrına bakmak yeter.

Kaynak

malina Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön