View Single Post
Eski 10-02-2019, 01:20   #135
MeyveliTepe
agaclar.net
 
MeyveliTepe's Avatar
 
Giriş Tarihi: 22-03-2007
Şehir: Kocaeli
Mesajlar: 8,962
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi MeyveliTepe Mesajı Göster
Başlığın adı "Organik Tarım Hikaye mi?"

Yani uydurma ve gereksiz bir şey mi anlamında. "Ne güzel sentetik toksik pestisitler (ilaç) kullanılarak nisbeten ucuza ve daha kolay yiyecek üretilebiliyorken birilerinin "organik" diye bir şey icad edip, güya içine zehir ilave edilmemiş, toprağın doğal döngüsüyle beslenen yiyecekleri bir matahmış gibi burnumuza sokmasına ne gerek vardı?" Başlığın çağrıştırdığı şeyler bu gibi düşünceler olsa gerek.

Böyle düşünenlerin sayısı az değil. Bu düşünce tarzını desteklemek, bazen kendilerini de ikna etmek için bir çok argüman da yaratılmış.

Kimi diyor ki;
- pestisitlerin kanser veya başka akut ve kronik hastalıkların sebebi olduğu geçerli bir şey değil çünkü taa eski mısırda bile kanser varmış, o halde pestisitler kanser sebebi olamaz.
- İyi ürün almak istiyorsan zehirli pestisit kullanmalısın, yoksa iyi ve yeterli ürün alamazsın.
- Zehiri dozunda kullanırsan bir zararı olmaz, iyi tarım diye bir şey var, izin verilenin üzerine çıkmayacak şekilde zehir kullandırıyor, böylece yiyecekler sağlıklı oluyor.

Kiminin yaklaşımı ise daha bir garip. Organik üretimde de çok az da olsa toksik olmayan ama sentetik olan girdiler kullanımını "doğal değil" diye eleştirirken kendi yetiştirdiğinde veya tükettiğinde toksik pestisit kullanmakta ve kullanılmasında hiç bir çekincesi yok.

Kimi de benzeri yaklaşımla organik üretimi tekelci şirketlerin hegomonyasındaki kötü ve zararlı bir şey olarak nitelemekten çekinmiyor. Gerçek öyle olmasa da önemli değil, güncel söylem ile mühim olan algı yaratmak.

Devlet kurumları pestisit aktif maddeleri için maksimum kalıntı miktarları belirliyorlar. Bunun mantığının ne olduğu ilk bakışta belli olmuyor.

Öyle ya, bir ülkede kalıntı miktarı olarak maksimum 50 mikrograma izin verilen bir zehir, başka bir ülkede 10 veya 5 mikrogram olabiliyor. Bunun sebebi ne olabilir ki? 50 mikrogram olan ülkenin insanları başka insanlara göre zehire daha dayanıklı da onun için mi?

İzin verilen maksiumum kalıntı da ne demek? Neden izin veriliyor? Bu zehirlerin insan sağlığına faydası mı varmış? Gıdanın ve beslenmenin bir parçasımıymış? Ne hakla böyle bir izin verirlermiş?

İsveç'te organik tarımı ve üretimi desteklemek için ne mümkünse yapacağını ilan eden Coop adlı süpermarket, İsveçli 3 çocuklu ve pahalı olduğu gerekçesiyle organik tüketmeyen bir aileyi 2 haftalığına sadece organik beslenmeye davet etti. Ailenin mutfağındaki tüm besin maddeleri organik olanlarla değiştiriliyor. Deneyin başında çocuklardan alınan idrar örneklerinde pestisit, fungusit, büyüme hormonları v.b kalıntılarına rastlanırken, iki haftalık organik beslenme sonunda kalıntılardan neredeyse hiç eser kalmıyor.

İsveç Çevre Araştırma Enstitüsü isimli organizasyona yaptırılan çalışmanın detay raporu burada.

Son iki çift laf, organik (zehir ilavesiz ve doğal besleyicilerle büyütülmüş) yiyeceklere hikaye diyen akıl-baliğ olması gereken kişilere. Kendinize ne yaparsanız yapın, istiyorsanız ve az geliyorsa salatanıza birer damla glyphosate ve deltametrin damlatın, ama lütfen çocukları buna kurban etmeyin.
Epeydir "kanser ta mısırlılarda bile varmış, şimdi kanserler arttı diye yalan söyleyerek organik reklamı yapıyorlar", "organik de neymiş yaw, palavra", "zehirli sentetik pestisit kullanılmadan tarımsal ürün olmaz", "dozunda zehir iyidir" vb. gibisinden söz eden olmamış.

Elbette, bu düşüncelerin değişmesinden değil, "ben bildiğimi okurum, gerisinden bana ne" anlayışından.

Bir konuya açıklık kazandırmak gerek. Olay salt tarladaki bitkisel üretim ile de ilgili değil. İçinde bulunduğumuz ekolojinin tümü ile ilgili. Yediklerimizin yanı sıra, içtiğimiz su, soluduğumuz hava, bastığımız toprak (şayet kaldıysa), yaşam biçimimiz, hepsi bir bütün.

8 yıl önce Dr.Onur Hamzaoğlu isminde bir Halk Sağlığı profosörü Kocaeli Dilovasında (boya fabrikalarının bulunduğu mahalle) bir araştırma yapıp sonuçlarını yayınlamıştı. 4-5 yıl süren araştırmaya göre, bu bölgedeki ölümlerin %32'sinin kanser olduğu, annelerin sütlerinde, bebeklerin dışkılarında yüksek oranda ağır metal olduğu belirlenmişti. Sonrasında Hamzaoğlu'nun başına gelmeyen kalmadı. Hakkında bir çok soruşturma ve davalar açıldı, hakaretler edildi, akademisyenliği bitti, akademisyenlerin barış bildirisini imzaladığı gerekçesi de kullanılarak 5-6 ay kadar tutuklu kaldı. Sonrasını takip edemedim, içerde mi, dışarda mı bilmiyorum. Ancak dilovasında halk sağlığını yok eden kötü endüstrileşmenin iyileştirilmesi yönünde herhangi bir girişimin varlığına dair hiç bir şey duymadık. Araştırma sonuçlarının kamuoyuna duyuruluşundan itibaren orada başka kaç kişi kanserden öldü ve kaç kişiye da kanser teşhisi kondu belirsiz. Zaten önemli olan da bu gibi şeylerin belirsiz kalması galiba.

2005-2008 yılları arasında Gölcük-Hisareyn diye bir yerdeki bir sitede oturmuştum. Haliyle Hisareyn ahalisiyle de irtibatımız olmuştu. Orada çok yoğun meyvecilik yapılıyordu ve müthiş bir ilaçlama uygulaması vardı. Yol kenarındaki su kanallarından rengi bulanık, buram buram kokan zehirli tank yıkama suyunun akmadığı nadiren görülürdü. Hemen hemen her gün bir veya daha fazla cenaze olurdu ve sorduğumuzda kanser dışında bir ölüm nedeni pek duymadık.

İlgi duyup takip edenler vardır mutlaka. Bu günlerde bir davanın duruşmaları görülüyor. Bülent Şık isimli bir akademisyen, Sağlık Bakanlığı’nca 2011-2016 yılları arasında yaptırılan “Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli illerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi" adı altında çok kapsamlı bir araştırmada görev aldı. Bu kapsamdaki bir çok araştırmada araştırmacı ve raportör olarak bizzat çalıştı. Araştırmalarda çok önemli sonuçlar çıktı. Öyle ki halk sağlığını doğrudan ilgilendirilen, gerek bireylerin gerek kurumların hemen önlem almasını gerektiren sonuçlar 2015 yılından itibaren net olarak ortaya çıkmasına rağmen, ne kamuoyuna herhangi bir bilgi verildi ne de herhangi bir önlem alındığına dair izlenim edinebildik.

Bunun üzerine, Bülent Şık, geçtiğimiz Nisan ayında 5 günlük bir yazı dizisiyle kendi bilgisi dahilindeki bazı sonuçları kamuoyuna açıkladı. Sonuç malum, açıklananlar hiç bir şekilde yalanlanamıyor ancak açıklanması suç olarak addedilerek soruşturma ve kovuşturmaya uğradı.

Kısıtlı da olsa açıklanan sonuçlara göre maydanozdan yeşil soğana, erikten çileğe kadar bir çok sebze ve meyvede izin verilen (ne demekse) limitlerin altında veya üzerinde kanserojen pestisit kalıntısı tesbit edildi. Önemli bir oranda da birden fazla pestisit tesbit edildi. Bununla da bitmiyor, tarım ilaçları içme sularında da tesbit edildi. Ayrıca alüminyum, kurşun, arsenik vb. gibi ağır ve toksik metallere önemli oranlarla rastlanıldı.

Pestisitler 1
Pestisitler 2
Su 1
Su 2


Yayınlananlar kapsamlı araştırmaların çok kısıtlı bir bölümünden, muhtemelen adı geçen araştırmacının bizzat içinde bulunduğu ve doğrudan bilgi sahibi olduğu şeyler. Araştırmanın tümünde neler var belirsiz. Büyük ihtimal de öyle kalacak.

MeyveliTepe Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön