View Single Post
Eski 14-12-2017, 17:36   #1
Güler
Moderatör
 
Güler's Avatar
 
Giriş Tarihi: 26-04-2007
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 28,401
Yerli Malı Haftası

Değerli hocamız Mine Pakkaner'in güzel bir yazısı

" Günaydın, geçtiğimiz sene "Yerli Malı Haftası" etkinlikleri kapsamında İzmir GençZMO'nun panelinde bir konuşma yapmıştım. Efendim yazımı yine okudum, biraz uzun gelebilir ama konu çok önemli, lütfen zaman ayırıp sizler de okuyunuz.

Aslında geçen süre zarfında değişen bir şey olmamış. Siz ne dersiniz?

" Yerli Malı Haftası Neler Düşündürdü?

Yerli malı haftası ilkokuldayken en sevdiğim kutlamalardan biriydi, okula gelen elmalar armutlar kuru yemişler, annelerimizin yaptığı kekler, börekler...Üstelik de öğrendiğimize göre dünyada kendi kendine yeten, yedi ülkeden biriydik.

Diğer ülkeler kimlerdi, biz kendi kendimize nasıl yetiyorduk bilmem, ama kısa bir süre sonra margarin kuyrukları hükümetin başını yedi, Karşıyaka’nın göbeğinde zeytinlikleri olan dedem zeytinyağını satamadı, “alan yok, modası geçmiş, yiyen yok” diye üzgündü. Zaten margarin varken kim zeytinyağını, tereyağını naapsındı ? Canım zeytinyağlarını satamayınca bir kısmını evlik ayırıp, kalanı sabuna veriyorlardı. Şampuanla yeni tanışan bizlerse o sabunlar eve gelmesin diye dualar ediyorduk. Ekmeğe de kalıp gibi sana yağı sürüp, üzerine toz şeker ekip yiyorduk. “Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı” diye koro halinde okunan şiirler bizlerde yeterli bir bilinç oluşturamamış olsa gerek ki, Sümerbank basması eteklerimizi şortlarımızı atıp artık px’ten çıkan Levis Rayfıl Lee cinlerin peşindeydik. Almancı eş dost akraba ve bavul turizmi sayesinde hemen her şeyin ithalinin peşine düşüp, yerli malı kullanmaktan neredeyse kaçar olduk.

Maalesef nohut mayası ev ekmeğinden beyaz fabrika ekmeğine çok hızlı geçtik, yenilik bolluk farklılık ve çeşitlilik başımızı döndürdü. Yerli malı ve tutum haftasında beyaz unlu, beyaz şekerli margarinli kurabiyeleri mideye indirip kuru yemişlerimizi çıtlarken, elbette kumbaralarımıza zaten minnacık olan harçlıklarımızın birazını atmayı ihmal etmedik ama kaynaklarımızı çarçur etmemeyi de maalesef öğrenemedik. Dedemin zeytinliği de ranta yenilip mahalle oldu. Bu arada haftanın da adı değişti, “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası” oldu.

Yerli malı deyince hala herkesin aklına meyve sebze bakliyat vs tarım ürünleri geliyor. Çok normal, tarım en temel, en insani ihtiyaçlarımızı karşılıyor. Peki, tarım ürünlerimiz yerli mi?
Çikita muz yerine Anamur muzu yemek sorunları çözüyor mu?

Yurdum çiftçisinin ürettiği bir ürünü kullanmak zaten elzem. Hele biz ziraat mühendislerinin de asli misyonu olmalı. O üretimin pek çok aşamasına, hizmetimizle, bilgimizle, bilfiil katkı sağlıyoruz.

"Halkım ucuz yesin, et de ithal ederim mercimek te” diyen ulusal politikalar sayesinde, ne et ucuzladı, ne mercimek. Hatta mercimek üreticisi, sürekli artan girdi fiyatlarıyla baş edemeyip, pazardaki ucuz mercimekle rekabet şansı da kalmayınca üretimi bıraktı. İş öyle bir hale geldi ki, hani neredeyse üretimi bırakan akıllı çıktı. İnatla üretimi bırakmayan ise, kredi kıskacına da girip toprağını haraç mezat ya sattı ya bankaya kaptırdı. Çiftçi borca çalışıyor diye bağıran sesimizi de kimse duymadı.
Son tüketicininse, “bu çiftçi artık mercimek üretmezse ne olacağı” aklına bile gelmedi; marketten aldığı yeşil mercimeğin Kanadalı olduğunu hiç bilmedi. Meraklı olan paketi çevirdi baktı, Menşeini okudu, Kanada’ yı görünce irkildi. Patlatmak için mısır almak istediğinde, paketin arkasında Arjantin yazdığını görünce de şaşırdı.

Peki, ne olmalı, benim çiftçim rekabet edip üretime devam edebilmeli. Yerli malı tarımsal ürünler gıda olarak tüketilmeye devam ederken, tarıma dayalı sanayinin de her noktasında hammadde ve üretim girdisi olarak kullanılmalı. Çiftçimin üretebildiği hiçbir ürünün ithalatına da izin verilmemeli.
Ancak şunu da göz ardı edemeyiz: Tarımsal üretimde kullandığımız girdilerin ne kadarı yerli?

Ben sadece yerli üretim mercimek, buğday, domates, mandarin, peynir yiyip, yerli pamuk ve yünden dokunulmuş kumaşları giymekten bahsetmiyorum. Üretim teknolojimiz yerli mi, işleme teknolojimiz yerli mi? Bu kadar yabancı girdiye bağlı bir üretim sonucunda, elimizdeki tarımsal üretimin ne kadarı yerli?

Bitkisel üretimde kullanılan tohumluğun, fidanın, ilacın, gübrenin, mazotun, mekanizasyonun ne kadarı yerli? Keza hayvansal üretimde kullandığımız hayvan ırkları, sperma, ilaç, aşı, yem hammaddesi, teknoloji vs. ne kadar yerli?

Kısaca aslında şunu soruyorum, öğlen yemekhanede tabldotta çıkan kıymalı patates, pilav ve domates çorbasının ne kadarı hakkıyla yerli?

Tohumluk üretimimiz son yıllarda gerçekten arttı, hatta ihracatımız da çok yükseldi ama ithalatımız? Domates tohumuna o kadar çok para ödüyoruz ki inanmazsınız. 2012 ve 2013 de 60’şar milyon dolar ödemişiz, (Konumuz dışında ama söyleyeyim, dışarıya domates tohumu da satıyoruz ama karşılaştırırsak öyle az ki aynı seneler, domates tohumu ihracat değerimiz yıllık 2,5 milyon dolarlar civarında.)

Yani domatesimiz ne kadar yerli şimdi? Söyleyeyim efendim, Türkiye’de doğup büyümüş Amerikalı bir çocuk kadar yerli.

Bölgemizde geniş alanlarda sözleşmeli sanayi domatesi ürettiren yerli salça fabrikası, çiftçiye ithal tohumdan yetiştirilmiş fide dağıtıyor. Bunu ithal hammaddeli yerli gübre ile yetiştiriyoruz, ithal ilaçla ilaçlıyoruz.

Mazota laf etmiyorum, yedi düvel biliyor, ben ne diyeyim ki, alternatifi de şimdilik yok. Son 12 yılda mazot fiyatı % 400 artmış, devlet destekleme olarak mazot bedelinin yarısını verecek bundan böyle, keşke vergisini almasa, yeter. Yerli üretim biyodizeli, güneş pilli traktörleri bekliyoruz.

2014 yılında 5 milyon 472 bin ton gübre tüketmişiz. İthalatımız 3 milyon 167 bin ton. İthalatın tüketimi karşılama oranı % 57,9. “İthal ettiğimiz kadar üretiyoruz, yerli kimyasal gübre sanayi çok gelişmiş, daha fazla üretme kapasitemiz var” demeyin sakın. Ürettiğimiz kimyasal gübrenin neredeyse bütün hammaddesi dışa bağımlı. Hammaddenin % 95’i ithal, gübrenin maliyetinin %65-80’i ise hammadde maliyeti.
Gübre kullanımında bilgi yetersizliği, gübre satışında ziraat mühendisliği yetkisi ve bilgisi gerekmeyişi ciddi bir sıkıntı yaratıyor.

Topraklarımızın organik maddece zaten çok fakir oluşu, kimyasal gübre kullanımı ve çevre ilişkilerinin yeterince önemsenmemesi, organik ve biyolojik gübrenin öneminin bilinmeyişi, yeşil gübreleme, kompost, kompost çayı, vermikompost ve mikrobiyal gübrelerin önemsenmeyişi, çığ gibi büyüyen bir sorun yumağı haline geliyor.

Bunlar Neden mi çok önemli, toprak ve su gibi kıt kaynaklarımızı, düzgün ve sürdürülebilir kullanmak “Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası” başlığına tam da oturmaktadır da ondan.

Tarım ilaçlarına göz atalım, bitki koruma ürünü pestisitlere baktığımızda son yıllarda yerli üretimimiz ithalatımızla ya başa baş, ya onu biraz geçmiş. Ancak pestisitlerin hammaddesini de dışarıdan alıyoruz. Hammadde imalatımızın artması umut verici, 2009 da 249 ton iken, 2013’ te 1.300 ton olmuş. Hammadde ithalat miktarı 2009’ da 14.937 ton iken, 2013’ te 23.181 tona çıkmış. Kısaca yerli malı mı bu üretim, buyurun tartışalım.

Kendi adıma tek sevincim biyopreparatların, biyolojik ve biyoteknolojik mücadele etmenlerinin de hem üretim hem ithalatının artmış olması. Hiç olmazsa tamamen kimyasallara mecbur değil çiftçimiz.

Tarım teknolojilerimiz de tamamen yerli değil bunu biliyoruz.
Toprak işleme mekanizasyonu, ekim dikim, gübreleme mekanizasyonu, sulama mekanizasyonu, tarımsal savaş mekanizasyonu, hasat harman mekanizasyonu, hayvansal üretim mekanizasyonu, sera mekanizasyonu ve tüm tarımsal teknolojilerde yerlileşme konusunda büyük hamleler gerekmekte. Traktör ve tarım makineleri imalat sanayiinde çok iyi noktadayız ihracatımız da yüksek. Ancak hâlâ özellikle hasat harman makineleri ve traktöre ciddi ithalat bedelleri ödüyoruz.

Tarımda kullandığımız bir diğer önemli girdi enerji. Tarımsal üretimin her aşamasında enerji ihtiyacımız var. En basit örneğiyle, suyun çıkarılıp dağıtılması için enerji gerekmez mi? Tarımda kullandığımız enerjinin de temiz, sürdürülebilir, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen ve yerli olması gerekir. Oysa enerji açığımız var enerjiyi ithal ediyoruz. Biyokütle enerjisi, güneş enerjisi gibi kaynaklara acilen yönelmek durumundayız.

Dünya hızla, su, gıda ve enerji hâkimiyeti üzerine bir kaosa doğru gidiyor. Tarım toprakları hızla yok oluyor. Küresel iklim değişikliği hayatı tehdit ediyor.
Gelecekteki kötü senaryoların hepsinden mümkün olduğunca uzak ve bağımsız kalabilmenin yolu gerçekten de yerli malı kullanmaktan, bununla ilgili politikalar üretmekten geçiyor. Yerli üretimden geçiyor kısacası. Tarımsal üretimde dışa bağımlı olduğumuz sürece kendimizi besleyebilme riskimizin olduğu da çok açık.

Yerli girdileri yerli teknoloji ile ürettiğimiz sürece başarılı olacağız.
Bireysel çaba yetmez, devlet politikaları eliyle bir şeyler yapılması gerekir, tarımsal kaynaklarımızın dev sermaye çarklarında tükenmesine seyirci kalmamamız gerekir.

Bu da öncelikle örgütlü olmayı gerektirir. Üretici örgütlü olursa ürününün fiyatının belirlenmesinde, üretim miktarları belirlemekte söz sahibi olur. Küçük ve orta ölçekli işletmeler korunur gözetilir. Bu da kooperatifleşmeyle olur. Kooperatifler gelecekte tarımın tek gerçekliği olacaktır.

Kooperatif güç ve güven demektir. Tüketici de bunun farkında. Üretici kooperatiflerinden ürün almayı tercih ediyor artık.
Mühendis örgütlü olursa sesini duyurur, görüşünü söyler, kendini korur, çiftçiyi, kaynakları korur mücadele eder, müdahale eder.

Bir tarımsal seferberlik başlatılıp üretici ve tüketici kooperatifleri, sivil toplum örgütleri, mühendis, üniversite ve yerli özel sektör el ele vermeliyiz, vatandaşın da desteğini arkamıza almamız mümkün. Tarım bakanlığından “tam yerli üretime” özel destekler talep etmeliyiz.

Zamanın beslenme ve yaşam trendlerinin de bizden yana olduğunu unutmamalı ve toplumdaki yerliye, doğala, doğaya dönüşe olan özen ve özlemi tarımımız lehine kullanmalıyız. Biz Talep yaratalım, arz onu takip eder.

Bu ürün yerlidir logoları, bu çiftlik yerli girdi kullanır logoları yaratmalıyız, yerli malları konusunda devasa kampanyalar, eğitimler, bilgilendirme toplantılar, yayım çalışmaları başlatmalıyız.

Ya bu doğala, öze dönüş rüzgârında savrulur gideriz, ya da arkamıza alır pupa yelken ilerleriz… "

Güler Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön