View Single Post
Eski 15-11-2017, 16:22   #281
Zerlanist
Ağaçsever
 
Zerlanist's Avatar
 
Giriş Tarihi: 09-09-2016
Şehir: İstanbul
Mesajlar: 42
Çok uzun bir girdi olacak ama, profil fotoğrafımda bana eşlik eden, 'sokak köpeği' dostumun, bizimle olan hikayesini paylaşmak isterim. Sokak hayvanları ile ilgili bir sunum için, daha önce hazırladığım bir makaledir. Şimdiden kaplayacağım yer, olursa okuyanlardan çalacağım zaman için özür dilerim.

SOKAK KÖPEĞİ SAHİPLENMEK

Hepimizin yaşamında bazı dönemler olur, mutluluğun ne olduğunu unuturuz. Yarınlara dair umut vaat edecek hiçbir şey yoktur, kalp kırıklığı, gelecek kaygısı ve yoğun bir acı sıkar ruhu. Daha derine inmeye lüzum yok, sadece bu duyguları ailece, oldukça kallavi yaşadığımız bir sürecin son günündeydik; bir daha ne zaman göreceğimi bilmediğim, bu sebeple daha da kederlenmeme neden olan yere gitmiş, kara bulutları dağıtmış, dönüş yolculuğuna çıkmıştık.

İç huzura kavuşmanın getirdiği mutluluk hali, şaşkın bir sırıtma ile yol alırken, bir benzin istasyonuna uğrayıp, yavaşça inen sağ ön lastiği kontrol etmem gerektiğini hatırladım. Bilindik bir firmanın tesisinde durdum. Lastik epey inmiş, değiştirmeye üşeniyorum, hem bagaj ağzına kadar da dolu, o saatte tamirci bulunmaz. En iyisi hava basıp yola devam etmek, ertesi gün yaptırırız da hey allahım, koca firmanın hava kompresörü bozuk! Neyse ki yıllardır önünden gelip geçtiğim, ancak bir kez bile durmadığım bir istasyon daha var, o da 500 metre falan ileride. Mecbur olmasam yine durmam. Tıngır tıngır sürdüm tenha istasyona doğru. Su ve hava kompresörünü ararken, betonun üzerinde yatan köpek takıldı gözüme, pek önemsemedim. Sonuçta o tarafta işimiz yok, ilişmez herhalde bize.

Bereket bu makine çalışıyor derken eşim aniden kapısını açıp, - canım köpek geliyor çabuk arabaya bin demez mi? İleri derecede olmasa bile biliyordu köpek fobimi. O an, ani bir refleksle, hava tabancasının yanında ki su tabancasını kapıp, ağır adımlarla üzerime gelen, çoban köpeğini andıran ‘iti’ su sıkarak püskürtmeye çalıştım, başarılı da oldum. Kaçtı ‘itoğlu it’ ama o da ne? Üzerime gelirken o panikle fark etmemişim, bu hayvan neredeyse arka bacaklarını sürüklüyerek ilerliyor, buna yürümek denmez. O an öyle bir pişmanlık yaşadım ki tarif edemem. İçeriden de vicdanıma benzin döken - yazık canım ya, sakatmış bu hayvan – vah zavallım benim gibi cümleler işin tuzu biberi oldu, namussuz da sudan kaçtı kaçmasına ama biraz geride durdu, kuzu gibi bakıyor öyle. Sadece göz göze geldik… Dışarıda elimi yıkasam, kolonyalı mendille sonlandıran ben, birkaç saniye evvel ıslatarak kaçırdığım hayvana doğru ilerledim, saniyeler içinde ne yılların korkusu kaldı, ne de başka bir şey, sadece gözlerine kilitlendiğimi hatırlıyorum, hiçbir canlının bu denli manalı bakamayacağını düşündüm. Tereddüt etmeden yanına sokuldum, sevdim, başını okşadım. Uzaktan hatırı sayılır derecede ürkütücü görünen o hayvanın, aslında ne kadar sevecen, ne kadar duygu yüklü olduğunu tenezzül edip de güler yüz gösterince farkedebildim. Özür diledim ondan, o da sevgi dolu gözleriyle, masum duruşuyla dinledi, özrümü kabul etti.

Ama gitme vakti, yol uzun. Araca dönüp kapımı kapattım, 5. ıslak mendille elimi silerken az önce yaşadığım yürek burkulmasının daha ağırını yaşadım, çünkü çaresiz, sahipsiz, muhtaç durumda ve hepimizden koca yürekli bu canlı, adeta beni burada bırakmayın dercesine peşimden gelmiş, hemen yanımızda, melül melül bize bakıyordu, bu manzara karşısında hepimiz dağıldık, - karnı aç herhalde, marketten bir şeyler alıp verelim gibi cümleler duydum, ‘ hayır yiyecek dilenmiyor, daha fazlasını istiyor ‘ diye cevapladım. Kendimi çok çaresiz hissettim, emniyet kemerimi takıp, ağır ağır yola doğru ilerlerken bu can, olduğu yerde durmuş hareketsizce gidişimizi izliyordu, resmen sevdiği birini son kez görüyormuşçasına bakıyordu. Uzaklaşmıştım ama yüreğim hala orda atıyordu. Aniden dönüş yaptım, vicdanımı rahatlatıp, içimi soğutmam gerekiyordu. Marketin önünde oturan çalışanlara doğru sürdüm, – siz bu hayvana bakıyor musunuz? diye sordum gayri ihtiyari, ee işte, bakıyor arkadaşlar gibi cevaplar alınca içimdeki sesi susturmaya çalıştım, - kimseciklere de yılışmazdı bu hayvan, birşey mi oldu? diye soruldu, bu soruyla daha da içim şişti. Olanca çaresizliğimle yola çıkarken, aynadan meleği takip etmeyi ihmal etmedim, gözden kayboluncaya dek orada durdu öylece, arkamızdan bakakaldı. Umudunu kaybetti, sadece olduğu yerde çakılarak tüm mahsunluğuyla bakmakla yetindi, yine de bakışları hiçbirimizde olamayacak bir şefkatle doluydu. Bunu hak edecek ne yapmıştık bilmiyorum, bu kadar kolay mıydı? Kolaymış demek ki, kimi canlılar için bir baş okşama, sevmeye, gidenin ardından bakakalmaya sebep olabiliyordu demek ki.

Berbat geçirdiğim o uzun, kasvetli dönem sona ermiş, üstelik yeniden doğdum diyebileceğim bir gün geçirmiş olmama rağmen yol boyunca durgundum, sorulara geç yanıt veriyordum, hiçbirimiz de farklı değildik aslında. Pandoranın kutusunu açan babam oldu, – aklın köpekte kaldı değil mi?, evet dedim, ardından beni ve kendi vicdanlarını rahatlatmaya dönük telkinler geldi. Lakin içimde git gide yükselen bir ses; bu bir mesaj diyordu, belki de bir snav. Dileklerin kabul oldu, bakalım şimdi başka bir can için ‘sen’neler yapabileceksin? içimde ki sesi susturamayınca, konuşan ben oldum; size bir şey sormak istiyorum, önümüzde ki hafta sonu, dönerken bu köpeği alıp getirsem, bir veterinere götürsem… aynı arabada olabilir misiniz? Sonuçta o bir köpekti, üstelik berbat durumda bir köpek, sakatlığının yanı sıra vücudunun pek çok yerinde açık yaralar, iltihaplı bölgeler görünüyor. Bit, pire, kene istilası altında olduğu da apaçık. Cevap almadan evvel devam ettim, kendimi yatıştırmam, ahaliyi razı etmem gerekiyordu; tedevi ettirelim, aynı yere bırakırız, veya adamlar geri istemezse depoya da(işyeri) bırakabiliriz dedim.

Böcekten dahi korkan eşim, kültürel olarak hayvanlara uzak olan, dokunamayan babam tek kelime etmediler, belli ki onlar da çok etkilenmişti. Tedavi ettirdikten sonra bulduğumuz yere bırakmak, veya iş gereği çok sık kullandığımız, şehir dışında yer alan, bekçisi tarafından bolca köpek istihdam edilen depoya teslim etme gibi seçeneklerin varlığı, isteğimin tepki çekmeden kabul görmesini sağladı, bilemiyorum. Diğer ihtimaller aklımın ucundan dahi geç(e)miyordu, ne eve almak, ne sezon boyu yazlığımızda bulunan annem tarafından bakılması çok çok zordu. En azından yapabileceğim kadarını düşününce içimi huzur kapladı. Bir yandan işe güce dalarak, bir yandan da kafada bu konuyu düşünerek geçti o hafta. Yine de anneme düşüncemi açtım, tahmin ettiğim gibi haklı haksız gerekçelerle olumsuz yanıt aldım, derken hafta sonu geldi çattı. Bizimkilere göre gittiğimizde onu orada bulamayacaktık, yani bu kadar düşünmeme gerek yoktu, ancak ben bulacağımıza adım gibi emindim. Gidiş günü, aracı otoyolun ters istikametine bırakarak yaya vaziyette malum istasyona yürüdüm, gecenin karanlığında boğuk, derinden gelen bir havlama sesi duyduğumda neredeyse geri dönecektim. Dönmedim, karanlığı aştığımda ortada bizimkinden başka köpek olmadığını anladım, sadece bir kez uyarı amacıyla havlamış ve uyarısı dikkate alınınca susmuştu, böylece akıllı uslu bir hayvan olduğu da görmüş oldum. Meraklı gözlerle bana buyrun diyen arkadaşa, ben bu hayvanı alıp tedavi ettirmek istiyorum, iyileşsin yine size bırakırım, müsaadeniz var mı? sorusuyla yanıt verdim, alın götürün, buna ekmek veren arkadaşlar varda patron kızıyor, bir barınağa biryere bırakın cevabını alınca, pazar günü öğleden sonra görüşürüz diyerek oradan ayrıldım.

Ayakkabısı tozlanınca huysuzlanan bizlerin böyle bir karar vermiş, hatta harekete geçmiş olması içimde garip bir duygu oluşturdu, hadi bakalım derken kendimi iyi hissettim. Annemde tuhaf bir şekilde yumuşamaya başlamıştı, hayvanın sakat olmasının yanısıra, ballandıra ballandıra anlattığımız güzel bakışları, sevgi ihtiyacı ve akıllı uslu halleri, kolayca bakılabileceği vurgusu; bir deneyelim bakalım, iyi bakabileceğimize kanaat getirirsek burada kalır, yoksa depoda bakılır düşüncelerine evrildi. Çocukluğum da, hikayenin sonu acı biten bir köpek maceram vardı, o da başka bir iç dökümünün konusu. Ancak üzerinden onlarca sene geçtiğinden konuya tamamen uzak, ne yapacağını bilmez bir halde, kendimce hazırlıklara başladım. Ailece kabul görmüş, heyecan uyandırmış olmasından son derece mutluluk duyuyordum. Kısacası, acıma duygusuyla başlayan sürecimiz, tedavi ettirmekten ziyade sahiplenmeye, aileye dahil etme kararına dönüşüyordu. Aslında en başından beri hayalini kurduğum da buydu, yani ben kazandım. Dönüş yolculuğuna çıkmadan evvel, oldukça büyük bir koli ayarladım, hayvana ferah bir alan bırakacak, yolculuk esnasında rahat etmesini sağlayacak, dışarıyı izleyebilecek, ancak ne olursa olsun üzerindekileri de arabayla paylaşamayacağı bir formül bulup, yeni yolcumuza hazırlandım.

Düşünceli, heyecanlı, garip duygular içerisinde yola çıktık. İstasyona vardığımızda, temiz bir zemin üzerinde, yepyeni bir tasmayla direğe zincirlenmiş, yıkanmış olan köpeği görünce sıcacık bir heyecanla dolup taştım. Bir yandan ‘ ulan ne işe bulaştık, nasıl olacak bakalım ‘ diye içimden geçmedi de değil. Lakin bu düşünceler hemen uzaklaştı zihnimden. Durdum, yanına gittim, başını okşadım, bu hayvanın yaşama tutunmasında büyük rol oynayan, biri koca göbekli orta yaşlı, diğeri incecik bir delikanlı olan iki tesis çalışanı ile muhabbet ettim. Gariban hayvana birinin el atmış olmasından duydukları memnuniyeti okudum gözlerinden, başka vardiya da mesai yaptıklarından ilk defa konuşma şansımız olmuştu, iş arkadaşları onlara durumu anlatmış, ancak epey geç olunca gelmeyeceğimizi, vazgeçtiğimizi düşünüp hayal kırıklığına uğramışlar, sadece geç kalmıştık. Hayvanın bir nebze daha iyi bir yaşama sahip olacağını düşündüklerinden huzurluydular, arabayı kirletmesin diye ince düşünen bu insanlar, onu yıkamış ve ilk tasmasını boynuna geçirerek ona son kıyaklarını da yapmışlardı. Vakit kaybetmeden soluğu yanında aldık, hepimiz şaşkındık, ürkek, meraklı gözlerle bizi süzüyordu, bir terslik olduğunu anlamış olmalıydı. Bu sefer çekingen davranıyordu, gitme zamanı geldiğinde yürümek istemedi, hayatında ilk defa yıkanmış, tasmalanmış, önüne arada bir konan yemekten fazlasını görmüştü, şaşkındı. Her daim şükranla anacağımm o iki çalışandan, hayvanın hikayesini dinledim bu arada; topaç bir yavruyken oto yolda dolaşır dururmuş, bir gün istasyonun yakınında berbat bir halde görmüşler, titriyormuş, sarsılıp duruyormuş, istemsizce uzuvlarını sarsıyormuş ( bulgularla bunun gençlik hastalığı olduğu açıklandı daha sonra ), sonra bir kartonun üzerine koyup istasyonun arkasına taşımışlar, kendi vardiyalarında fırsat buldukça ilgilenmişler, sıcak tutmaya, evden getirdikleri yemek artıklarıyla beslemeye çalışmışlar. Ölecek gözüyle bakılmış, ama vicdanlarına kulak vermişler. Zaman geçmiş, bir mucize olmuş, ölmesi beklenen hayvan ölmemiş, ayakta görmüşler önce, sonra yavaş yavaş hareketlenmeye başlamış, hastalığın izlerini taşısa da ortalıkta gezer olmuş. Derken günlerden bir gün viyaklama sesine fırlamışlar, bu sefer de yol kenarında perişan bir halde bulmuşlar, araba geçmiş üzerinden, arka bacaklar, kalça dağılmış adeta. Sonra bir ağacın gölgesine taşınmış. Uzunca bir süre hareket edememiş, olduğu yerde besleyebildikleri kadar beslemişler, etraftaki diğer köpekler gelip önüne bırakılanları yemiş, zaman zaman saldırmışlar, geçirdiği kazanın derin yaraları üzerine, yeni yaralar almış çelimsiz vücuduna, ama bu iki çalışan, vardiyalarının elverdiği, güçlerinin yettiği kadar hayatta tutmaya çabalamışlar, yaradan onlardan razı olsun diyorum, aslında bilmeden iyiliği bize yapmışlar. Velhasıl yine direnmiş, yine kazanmış. Yani o başka bir yerde, bizler bambaşka yerlerde, birbirimizden habersiz acılı, kederli günler geçirdikten sonra, hiç olmayacak bir şekilde hayatımız kesişince farklı anlamlar yüklüyor insan… Neyse, bu yürümemekte direndiğiyle kaldı, ensesinden tutulduğu gibi aracın arkasında ki kolinin içine atıldı, düşünün ki bunu bile bizden biri değil, istasyon çalışanı yaptı, bizim neyimize dedik hayvan sahibi olmak. İşte o denli uzaktık bir köpeğin ailesi olmaya, o derece. Bundan sonrası? Hikaye bundan sonra aslında, uzun yolculuk boyunca bir kere bile huysuzlanmadı, uslu uslu yattı. Durduk, mola verdik, çatalla köfte yedirdik, kendisine gülen bir çift göze bile hemen kuyruk sallamayla cevap verdi bizim oğlan. Kesinlikle tuvaletini yapar diyorduk, indirmek aklımıza bile gelmedi, bunun yerine cahilliğimize verin, kalktık çikolatalı dondurma yedirdik. Yapmadı, her ne kadar peluş bir oyuncak olmadığını anlamasakta koca oğlan yattığı yeri, arabayı kirletmedi. Böylece vardık, depoda koca koca kangallardan izole karantinaya alındı dar bir alanda, bekçiye teslim ettik ve gittik. Akabinde arka bacaklarına yapılan masajlarla daha rahat yürümeye başladı, geldikten sonra ilk iş günü veteriner kliniğiyle tanıştı, duyduğum veteriner fobisi / stresi gibi durumlar ise bize tamamen yabancı kaldı, diş muayenesi yapılırken hekimin söylemine göre yardımcı oldu, ağzını açtı, muayene bitene kadar öylece bekledi, yetmedi yanlış kaynayan kemikleri elle yoklanırken o çelimsiz vücuduyla patisini kaldırıp izin verdi, ne yalan söyleyeyim daha önce bu kadar akıllı bir köpekle ilgilenmedim iltifatını alınca da benim göğsüm kabardı, üstelik yolculuklar dışında birlikte hiç zaman geçirmemiştik. Konum ve bazı durumlar gereği farklı hekimlere gitmek zorunda kaldık. Hepsi ortak bir ağızla çok akıllı olduğunu, yapılan her şeyin farkında olduğunu, minnettar olduğunu söylediler. Özel mamalar, kulübe, ekipman vs. alımları ve en son topyekün bir traşın ardından, dımdızlak bir halde gerçek yuvasına, yani ailesinin yazlığına getirildi, kendisine düzenli olarak eşlik edecek insana görür görmez kuyruk sallaması, koklaması, şirinlikleri hafızalarımıza kazındı. Hiçbir zaman ne kapalı bir mekana, ne de bir aracın içine tuvaletini yapmadı, bir keresinde erken bir saatte yerinden alındı, arabaya konuldu, veterinere gidildi, epey vakit geçirildi, saatlerce arabada ve kapalı mekanda kaldı, daha sonra başka bir noktada aracın içinde beklemesi gerekti. Gözümün içine öyle bir bakıyordu ki, orada bulunan, uzun yıllardır farklı köpeklere sahip olmuş bir büyüğüm, bu hayvan indirmeni istiyor demeseydi, belki de çatlayacaktı hayvan. Dışarı çıkardığımda, kuytu bir köşeye gitmek istedi, müsaade etmedim, istediğim alana götürüp zincirledim, itiraz etmeden geldi ama sızlanmaya başladı, sanırım ümidini kesti ve bağlı olduğu zinciri gerip, sırasıyla tuvaletini bir yaptı ki dillere destan, sabahtan beri kendini tutmuş hayvancağız. Taze köpek sahibi bir birey olarak, utanıp poşet istedim, kakasını alacağımı anladığı andan itibaren öyle bir sevindi ki, öyle minnet gösterdi ki, o bakışlarla yüreğime son darbeyi de vurdu namussuz. Henüz üç ay oldu, bu kısacık sürede tüm hayatımız değişti, solgun yüzler, mutsuz gözlerin içi parlıyor adeta. Paytak paytak yürüyen o canın sayesinde yaşama dair her şey değişti, onlarca yıldır çözüm bulamadığım sorunlara derman, hevesi ve gayesi kalmamış insanlara tam bir hayat öpücüğü oldu. Ufacık bir böcekten korkan eşim; hayır oğlum, elim oyuncak değil git kemiğini kemir diye cümle kuruyor şimdi, mezhebi gereği hayvanlara dokunamayan, uzaktan sevmeyi tercih eden babam, hunharca başını okşuyor, özellikle gidip seyrediyor, herkesin elinde tablet, kitap; aa demek böyle yaptığında böyle böyle yapmak lazımmış diye sil baştan öğreniyor, her taraftan o kadar mama çok değil mi? Veya yeter artık vermeyin ödül bisküvisi mamasını bitiremeyecek gibi cümleler duyuluyor. Onun tepkilerine gelecek olursak, bizlere alışması, aile olarak benimsemesi çok kısa sürdü, zaten sevgi sunmaya hazır olan bu hayvanların, kendilerine gülümseyen, kollayanlara hızlıca teslim olmasının doğal ve sıradan bir süreç olduğunu öğrendik. Bizi bahçeye çıkartmayan, eve hapseden, her seferinde önümüzü kesen ve silecek kuyruklu bir mutluluk yumağı, evin en küçük bireyi oldu bu masum, bir insan yavrusu bu aileye katıldığı zaman, kendi doğası pas geçilmeden, ondan ayrı muamele görmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Eşin dostun, tanıyan tanımayan insanların takdiri de insanın gönlünü ısıtıyor ama, bizim için esas önemli olan bu çocuğun bakışları, o kadar derin, o kadar güzel ki insanı dünyanın tasasından koparıyor. İki tane şapşal kulağın, koskoca dünyaya bedel olduğunu geç farkettiğimize hayıflanıyoruz. Çocuk demiştim değil mi? Bu kelime veterinerlerden ağzımıza dolandı, sonra gerçekten de öyle olduğunu fark ettik. Hisli, onurlu, oyuncu, bazen inatçı, muhtaç, kimsesiz ve en önemlisi yüreği sevgi dolu bir çocuk, yavaş yavaş büyüyüp adam oluşunu, daha da büyüyen koca kafasını, gitgide genişleyen göğüs kafesini, hiçbir eğitime tabi tutulmadan, sadece aferin ve hayır oğlumla öğrendikleriyle, terbiyesiyle göğsümüzü kabartan bir çocuğumuz oldu şimdi. Geçirdiği kazadan, diğer canlardan yediği dayaklardan kalma yaraları, veteriner hekimlerin şaşırarak dile getirdiği, yenmiş olduğu gençlik hastalığından kalma ufak tefek tikleri var. Fiziksel yaraları hızla düzeliyor, neredeyse kopmak üzere olan kulağından tertemiz tüyleri çıkıyor. Çok şey değişti, kafası önde gezmiyor artık, dimdik yürüyor, müthiş derecede özgüven kazandı, kimseciklere saldırıp havladığı yok ama, bahçesini de özenle korumaya başladı. Ayrıca belirtmeliyim, şu ana dek sadece iki insana havladığına şahit olduk, sadece iki insana ve bu iki insan, ailemize karşı güzel duygular beslemediğini çok iyi bildiğimiz, idare ettiğimiz insanlar. Bunun dışında önce alanına giren herkesi koklar, sonra da bizim iyi diyaloğumuzu gözlemleyince, gözü de hep üzerimizde olarak kendini sevdirir. Bizim için insan turnusolü olduğunu belirtmeme gerek yoktur sanırım. Her hamlesine onay ister. Gezdirirken bir an durduğumuzda, hemen oturup mutlu mutlu bize bakar, hemen etrafı süzmeye başlar. Her duruma uyum sağlar, ilaçları çoktan bitti, aşıları da bitmek üzere.

Oraya buraya işeyecek, kakasını yapacak, etrafı kirletecek diye düşünmek çok yersizmiş, biz bilinçli bir şekilde, uzun uzun düşünerek ailemize dahil etmedik ama, olumsuz düşünceler taşıyanların bu düşünceleri unutmasını, tereddüt edenlerin zaman kaybetmemesi gerektiğini belirtmek isterim. Yavruysa elbet olacak ufak tefek zorluklar, az da olsa bizde de var, netice de bir canlı, ama bir aileye, bireye kattıklarının yanında bunların lafı edilmez. En çok da neden korkulur, hastalık vesaire bulaştıracak diye, mutluluk bir hastalıksa şayet, hepimize bulaştırdığını söyleyebilirim. Ama ben yinede bizim namussuza bazı hususlarda kızgınım, şimdiden aramızdan çekip gittiğinde ne yapacağımızı düşünür olduk. Dahası bize bir şey olsa o ne yapacak? Konuşmayı beceremiyor, bizden başka kimsesi yok. Ayrıca kendisi yetmezmiş gibi dışarıdaki masumları da soktu aklımıza, sokaktaki her canın öksüz kalmış, minicik bir çocuk olduğunu öğretti. Yaşaması zor, çekilmez bu adaletsiz dünya, daha da gamsız bir hale geldi bize. Sokak köpeklerinden korkumuzdan rahat rahat gezemiyoruz, lakin saldıracaklar diye değil, takılacaklar peşimize, onları da bırakamayacağız diye korkuyoruz, alamayanlar özenmesin diye dışarıda muz yedirmeden büyütülen, yese bile bölüp paylaşan bir nesiliz, ama etimiz butumuz belli. Ayrıca çıkıyoruz onlar için, bu sıcaklarda susuz kalmasınlar diye sularını yenilemeye gayret ediyoruz, arada et suyuna doğranmış ekmek bırakıyoruz, elimizden ancak bu kadarı geliyor. Bambaşka insanların koyduğu suları, döktüğü mamaları görünce gözlerimiz doluyor, umutlar yeşeriyor içimizde.


Sadece varlığınızdan bile mutlu olan, onun için yaptığınız en küçük şeylere büyük bir minnetle karşılık veren, nankörlük gibi insana dair duygulara uzak, ailesini çok iyi tanıyan, onlardan hiç birinin somurtmasına müsaade etmeyen, yalnızca sevginizi isteyen bir aile ferdi olması nasıl bir duygu biliyor musunuz? Bir cana sahipseniz elbet bilirsiniz, pet shop, barınak, çiftlik fark etmez, nereden gelirse gelsin, bu canlar cebinize değil sevginize göz diker. Ancak bu duyguları en yoğunundan tatmak isterseniz, öncelikli olarak dışarı çıkıp, çöpleri karıştırmaya çabalayan öksüzlere alıcı gözle bakmanızı öneririm. İstisnasız hepsi her şeyin değerini çok iyi bilir, özellikle de sevginin. Bir defa güzel söz söylemeniz, bir defa başını okşamanız sizi benimsemeleri için yeterlidir. Kesinlikle her şeyin farkındalar, hemde her şeyin. Sanıldığından çok daha zekiler, kolay öğrenirler, kızgın mimikleriniz dahi istemediğiniz hamleyi bir daha yapmamaları için sebeptir. Tekmelendikleri, kovuldukları, saldırıya uğradıkları, zehirlendikleri sokaklarda, aç ve susuz, korkuyla, üşüyerek, araçların altında kemikleri kırılarak, suçlularmışçasına istenmeyerek yaşama tutunmaya çabalayan, sahipsiz çocuklar bunlar. Ve evet çocuklar, ne yaşta olursa olsun, evlat edindiğinizde sizi benimseyecek, ailesi kabul edecek, sizden başkasını gözü görmeyecek kadar küçük, ama sizi korumak isteyecek kadar olgun, canını feda edecek kadar büyük çocuklar. Acı çekiyorlar, yapayalnızlar. Koskoca şehirlerde, gözlerinde ki bebek masumiyetini fark eden, bir avuç insanın karınca misali çabalarıyla hayat mücadelesi veriyorlar. Ama kim yetebilir ki? Biliyorum mümkün değil, en azından küçücük bir adım, ailenize bir çift kulak dahil etmek istediğinizde, tercihe gariplerden başlayabilirsiniz, emin olun mutluluğunuz daha da bereketli olacaktır.

Zerlanist Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön