Konu: YeniGine
View Single Post
Eski 08-02-2013, 01:08   #90
Halil Önen
Ağaç Dostu
 
Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,567
Alıntı:
Orijinal Mesaj Sahibi YeniGine Mesajı Göster
Ne yapayım okumayı sevmiyorum; yazmayı seviyorum...
Tamam ben okuyayım siz yazın...

Belki sevmemenizin sebebi okunacak tadında olmadığındandır...

.................................................. .........................................


Halil Önen
Ağaç Dostu

Giriş Tarihi: 18-01-2009
Şehir: izmir/aliağa
Mesajlar: 5,427
Mağara adamı yaşıyor
Uyarı: Bu başlık ve yazı avcıların hocası ve bilge kişi
Sn. Mehmet Emin Bora' nın'' Arpacık '' isimli avcılık sitesinden alınmıştır.

Aslında yazı 18 Mart 2006 da Hürriyet yazarları adıyla Sn.Ahmet Altan tarafından kaleme alınmıştı.

Erkeğin Milyon Yılı


Doğrusu, erkeklerin sevişmek istedikleri kadınları önce lokantaya götürüp ''
beslenmesine, '' yeni yeni birlikte olan kadınlarla erkekler arasındaki ilişkide
akşam yemeği, sevişme kalıbının bulunmasıda, ben geçmişin alışkanlıklarını
görmeye yatkınım.


Milyonlarca yıl önce '' mağara devrinde '' yaşayan '' avcı '' avcı ataları gibi
hayatın içinde avını avlayarak dolaşıyor, hiçbir avın başında fazla
oyalanmıyordu.


Erkeklerin ''büyük'' sırrı da sanırım milyonlarca yıl öncede yatıyor.


Kadınlarla erkekler arsındaki en temel en keskin farkın hayata ve ruhumuza
vurduğu damganın izi o çağlara gidiyor.


Mutluluklarını ve mutsuzluklarını birbirine borçu bu iki cins arasındaki ilişkiyi
en belirleyici özellik, bugün en çok küçümsenen en önemsiz görülen özellik bence;


Fiziksel güç.


+ + +


Milyonlarca yıl önce, dinozorların, saldırgan hayvanların, yırtıcı kuşların
dolaştığı, insanların mağarada saklandığı dönemde yiyecek, (dinazorlar
döneminde insanlar yoktu ya neyse) ancak o iri ve vahşi hayvanları
avlayarak sağlıyordu.


Taş baltalar, ucu sivriltilmiş dallardan oluşan mızraklarla o hayvanları
avlayabilmek için ciddi bir kas gücü, hız ve çeviklik gerektiriyordu.
Kadınların güzel ama zayıf vücutları bu iş için uygun değildi.


Sadece bebeklerine bakabilmek için değil, dışarıdaki vahşi dövüşe güçleri
yetmediği için de mağarada oturup beklemek zorundaydılar.


Mağaralar kadınların oldu böylece.


Kadınların '' bekleyen '' erkeğin '' gezen '' rolleri onların bedensel yetenekleriyle belirlendi.


Adam hayvan avlıyordu, yiyeceği vardı.


+ + +


Kadının, adamın yiyeceğini paylaşabilmesi için ona bir şey vermesi gerekiyordu.

Verecek bedeninden başka bir şeyi bulunmuyordu.


Erkeğin kadını '' hoş tutmaya '' ihtiyacı yoktu, onun paylaşacağı yiyeceği vardı, bir hayvanı avlayacak kadar '' güçlü '' olmak bir kadını kazanmak için yeterliydi onun için.


Ama kadın?

Ne yapacaktı?


Erkek bir kadını bulabilmek için diğer erkeklerle yarıştığında tek amacı en güçlü olmak, en iyi avı vurmaktı, kadın o avı erkekten alabilmek için diğer kadınlarla nasıl rekabet edecekti.


Daha güzel, daha süslü, daha yumuşak, daha çekici olarak elbette.


Erkek, saatlarce bir ağacın dibinde saklanmayı ya da günlerce bir avın peşinden yürümeyi becerirken '' sabırlı '' olmayı ruhuna yerleştirdi.


+ + +



Kadın ise akşama mağarada bir erkeğin ve yiyeceğin gelip gelmiyeceğini bilemiyordu, hergünü merakla, telaşla, sabırsızlıkla geçirir oldu.


Bu telaşlı merakın huzursuzluğundan kurtulmak için erkeğin '' akşam geleceğine '' dair söz vermesini istiyordu, kendini güvende hissetmesi bir güvenceye ihtiyacı vardı.


Bütün gün dolaşan, avlanan, değişik kadınlarla karşılaşan erkeki elinde paylaşacak bir av bulunduğu sürece istediği kadınla birlikte olacağını kestiriyor, güvence vermekten hoşanmıyordu. Belki o akşam daha hoşuna gidecek bir kadına rastlardı.


Gezmeyi, diğer erkeklerle yarışmayı, hergün değişik maceralar aramayı, her av seferinde yeni zaferler kazanarak güçünü kanıtlamayı sevdi.


Onu aynı yerde tutmak mümkün olamıyordu.


Hep aynı yerde oturduğunda avlanamıyor, macera yaşayamıyor, güçünü kanıtlayamıyordu.


Kalın bilekleri ve keskin silahlarıyla korkutucuydu ve kadınlar ruhlarına yerleşen, en derinlerinde varlığını hep sürdüren korkuyu, erkekten korkmayı, onun kızgınlığından ürkmeyi ta o zamanlardan miras aldılar.


+ + +


Bugün, iki bağımsız eşit, birbirine '' av '' için muhtaç olmayan kadınla erkeğin oluşturduğu ailelerde bile '' yatıştırıcılığın '' genellikle kadına düşmesinde, bu tuhaf ve anlaşılmaz '' rolde '' sanırım hala milyonlarca öncesinin izleri var.


Doğrusu, erkeklerin sevişmek istedikleri kadınları önce lokantaya götürüp, '' beslenmesinde '' yeni yeni birlikte olan kadınlarla erkekler arsındaki ilişkide '' akşam yemeği, sevişme '' kalıbın bulunmasında da ben geçmişin alışkanlıklarını görmeye yatkınım.


Erkek sevişmeden önce '' beslenmesi '' gerektiğini ruhuna kazınan bilgilerle biliyor, kadın ise önce yemek yemesini, kendisine ne tür bir '' av '' sunulacağını görmeyi milyonlarca yıl önceki ninelerinden deneyimlerinden kendisine kalan mirasla istiyor.


Mağara devrini ve '' fiziksel güç ''farkını bilmeden bugünkü erkeği anlamak kolay olmaz.


Her ne kadar uygarlaşırsa uygarlaşsın, erkek henüz o dönemin alışkanlıklarını tümüyle unutmuş değil.


Bizim için milyonlarca yıl çok uzun olsa bile, kainatın nerdeyse sonsuz mekanı ve zamanı içinde bu çok kısa süre çünkü.


Erkek hala kadını etkilemek için zarafetten ve '' hoşluklardan '' ziyade güçüne güvenir, her yeni tanışmada uzun uzun kendisini, başarılarını, zekasını anlatması bu güçlülük gösterisinin parçasıdır zaten, bütün erkekler böyle yaptığını bilmeden yapar bunu, kadınların bununla gizli gizli alay ettikleri aklına bile gelmez.


Kadınlara kıyasla çok daha sabırlıdır.




+ + +




Akşam gelecek '' av etini '' garantiye almak isteyen kadının aksine, sırtındaki av etiyle mağara mağara dolaşmayı, bu '' eti '' hak edecek daha iyi bir olup olmadığını araştırmayı tercih eder.


Avı paylaşmadan önce övülmeyi bekler.


Gücünü kanıtlamak, sürekli güçlü kalabilmek için maceraya, onu hep dikkatli kılacak, her an tetikte durmasını sağlacak heyecana ihtiyacı vardır.


Paylaşacak bir '' av '' olduğu sürece kabalaşmanın sınırlarında gezinmekten kaçınmaz.


Kadınların büyük çoğunluğu hayatlarının önemli bir kısmını böyle '' yabani '' bir yaratığı '' evcilleştirmeye '' uğraşmakla geçirir ve hep '' bütün çabalarına karşın hala niye evcilleşmiyor, niye güven vermiyor, niye hep mağarada yanımda oturmuyor '' diye sorarlar.


Sanırım, bir erkeği mağara içinde tutmanın bir tek yolu vardır.


'' Avın '' ve '' maceranın '' mağaranın içinde olmasını sağlamak.


+ + +



Hayatını '' av sahası '' ve '' mağara '' diye ikiye bölen erkeğin alışkanlıklarını kıracak, aklını karıştıracak, geçmiş deneyimlerini unutturacak bir şok yaşatmak


Ancak '' sabırlı '' birinin alışkanlıklarını, '' sabırsız '' birinin değiştirmesi çok zordur.


Zaten o yüzden, kadınlar kendi '' alışkanlıklarını '' değiştiremedikleri için erkeklerin alışkanlıklarını değiştiremezler.


Herşeyin çok çabuk olmasını isterler.


Erkek için hiçbir şey o kadar çabuk olmaz.


Onlar milyonlarca yıl bir ağacın altında beklediler.


+ + +



O kadar umutsuz olunmamalı canım! ; bakın ne diyor Sn. Ahmet Altan.


'' Beyaz At '' romanını yazan Elsa Triole, '' Mutlu Aşk Yoktur '' diyen şiiriyle, küstah ve kendini beğenmiş genç şair Aragon ' un dünyasına bütün duygularını altüst eden bir kasırga gibi girmiştir.


Aralarında edebi çekişmelerle, ilişkilerine yansıyan başkalarına ait gölgelerle huzursuz ama tutkulu yıllar geçirdiler.


Elsa Triole, karşılaştıklarında Fransa'nın en başarılı şairlerinden olan Aragon' a
'' komünizmi '' öğretmiş, ihtilal karmaşasından çıkıp tek başına Paris' e gelecek kadar güçlü ve kararlı oluşuyla onu şaşırtmış, ona hem cinsellik hem edebiyat alanınıda meydan okuyarak onun kendi gücüne olan güvenini hırpalamış, onu gerektiğimde övdüğü gibi gerektiğinde eleştirmiş, onun gücünden korkmamış ve edebiyat tarihine geçeçek bir aşk yaşatmıştı.


Bütün alışkanlıkları debreme uğrayan Aragon ise '' Mutlu Aşk Yoktur '' diye yakınırken Elsa' dan kopamamıştır.


Elsa da oturup kahramanı erkek olan '' Beyaz At '' yazmıştı.


Sanki bir erkeğin '' temel içgüdülerini '' anlatıyordu, kadınların bir türlü açmayı beceremedikleri '' erkeklerin dünyasının kapısını '' aralıyordu biraz.


Belki yanılıyorum ama bence o romanda milyonlarca yıl önceki erkeğin günümüze yansıyan gölgesini yakalıyor Triole.


Erkeklerin '' büyük '' sırrı da zaten sanırım milyonlarca yıl öncede yatıyor.


Kadınla erkek arasındaki en temel ve en keskin farkın hayatımıza ve ruhumuza vurduğu damganın izi o çağlara gidiyor.


Milyonlarca yıl önceki alışkanlıklarını sürdüren çağdaş bir erkeği anlatan romanı...


Hep giden, hep giden, hep giden, hep yeni maceralar arayan bir erkeği...


Belki Elsa bunu anlatabildiği, bu gerçeği görebildiği için Aragon bir yere gidememiş, gitse de bu Rus kızı Elsa' ya geri
dönmüştür.

Saygılar / Rastgele

ben sizi okumaya alıştırmazsam eğer...

Halil Önen Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön