View Single Post
Eski 25-08-2012, 10:46   #1
uzaytek
Ağaç Dostu
 
uzaytek's Avatar
 
Giriş Tarihi: 04-07-2004
Şehir: Ankara
Mesajlar: 3,991
Resmi ormancılığımızda uygulanan bazı önemli hatalar

Orman Genel Müdürlüğü’nün silvikültür uygulamalarından birisi, ormanları gençleştirmedir. OGM’ye bağlı WEB ORMAN TV’de izlediğim Tohumdan Tohuma adlı bir programda orman gençleştirme çalışmaları yer alıyordu. (Program Bursa Orman Müdürlüğü Basın Bürosu’nca hazırlanmış.) Doğal ortamda çam fidesinden fidan yetiştirmeye ve çam ağaçlarının gelişimini gözlemlemeye dayalı deneyimlerimin sonucu, programda gördüğüm uygulamaların oldukça zararlı olduğunu söyleyebilirim. Bu uygulamaların, belirli bir il ve ormanla sınırlı olmayıp, resmi düzeyde kabul görmüş ve standartlaştırılmış ülkesel düzeyde uygulamalar olduğu varsayımıyla bu konuya vurgu yapmak istedim.

Programda yaşlı olarak nitelendirilen iri ve uzun ağaçlar, yeni fidanlara yer açmak için kesiliyordu. Bir ağacın yaşlı (istenmeyen anlamında yaşlı) olarak nitelendirilmesi için, o ağacın bütününde bir kuruma ya da çürüme olması gerekir. Oysa kesit görüntüsünden sağlıklı olduğu kolayca anlaşılabilecek iri ağaçlar kesiliyordu.

Programda yapılan bir açıklamaya göre; ağaçlarda yaşlılık tespiti yapılırken o ağaçta daha önceki yıllara kıyasla tohum verimi düşüklüğü esas alınıyormuş. Belirli bir yaştan sonra yaş ilerledikçe üreme gücünün düşmesi her türlü canlı için geçerlidir. Ancak bu durum, üremenin/tohum vermenin yol açtığı biyolojik zayıflamaya karşı, sağlıklı biyolojik doğal bir reflekstir. Tohumdan yetiştirme yapılan ve doğal şartlara bırakılan birçok meyve ağacı türünün yeni bireylerinde yozlaşma! daha doğrusu yabanileşme görüldüğü bilinmektedir. “Verimsiz” ve “yozlaşmış” sıfatlarının sağlıksızlıkla ilgili olmayıp insanların belirlediği hedeflere göre insanlar tarafından üretildiğini bilmede yarar var.

Programda açıklandığına göre; büyük ağaçların yeni fidanlar için kesilmesinin önemli bir başka nedeni, fidanlara ışık sağlamakmış. Işık azlığının bitki gelişimini yavaşlattığı doğrudur. Ancak fidanın yaz sıcağına karşı gölge, sert soğuk rüzgarlara karşı set gibi başka ihtiyaçları da vardır. Bunu da yakınındaki kendinden büyük ağaç sağlayabilir. Ağaçlık alan, bir fidan için bunların da ötesinde yazın nemli ve serin, kışın da ılık bir ortam sağlar. Amacımız ağaç yetiştirmekse; yetişmiş ağaçları kesmek, az ışıktan daha zararlıdır. Programda ışık alımını sağlama amaçlı kesimin aynı bölgede iki-üç yılda bir tekrarlandığı belirtiliyor.

Işık kaynağı olan güneş ışınları, aynı zamanda ısı kaynağıdır. Yazın aşırı ısı, bitki için stres demektir. İlkbaharda doğal yolla ortaya çıkan çam fidelerini hızlı gelişsinler diye sulamaya başladım. Yazın başında ise kurumalarını engellemek amacıyla her gün sulamaya geçtim. Sulamanın fidelerdeki etkisini tespit etmek için, bazı fideleri sulamaktan vazgeçtim. Sulamadığım fideler ot gibi kurudu. Dördüncü yılın yazında hiçbir fidanı sulamadım. O yaz sonunda yaklaşık 20 fidan kurudu. (60-70 arası fideyle başlamıştım.) Demek ki gölgesiz alan önemli bir dezavantaj. Uzun ve büyük ağaçlar küçüklere engel olduğu gibi yardımcı da oluyor.

Gölgede kalan ağaç dallarının ışık alamadığı için kuruduğu belirtilir. Bu durum bazı ağaç ve dallar için doğru olsa da hepsi için doğru değil. Fıstık çamı, bunun iyi bir örneğidir. Fıstık çamı ağacında birçok dal birçok dalı gölgeler ve bu dallar canlı ve bol yapraklıdır. Hem görüntü hem de yapısal olarak fıstık çamı diğer çamlardan daha sağlıklı bir türdür. (Budanmış fıstık çamları hariç. “Budama işleminin fıstık çamında kozalak verimine etkisi” araştırmalarından önce, “yaz aylarında sulama işleminin fıstık çamında kozalak verimine etkisi” araştırması ile “gübrelemenin etkisi” araştırmalarına ağırlık verilmelidir.

Bazı budama yöntemlerinin, meyve/tohum verimini arttırdığı bilinmektedir. Bu olguyu uygulamaya dönük yorumlamada dikkatli olmalıyız. Bazı hayvan ve bitkilerde stresin, üreme fonksiyonlarını tetiklediği belirtilmektedir. Bu doğrultuda bazı budama şekillerinin meyve/tohum verimini arttıracağı söylenebilir. Ancak türün geleceğinin korunmasını içeren bir sürdürülebilir verimlilik çerçevesinden bakarsak, bitkiyi baskılayan verim alma yolları tehlikelidir. Türün geleceğinin korunması, sürdürebilirliğin şartı ve garantisidir.

Meyve/tohum verimini arttırmanın en iyi yolu, birkaç yetişkin bireye ait meyvelerin/tohumların belirli bir yüzdesini tüketimden koruyarak bunlardan aynı bölgede yeni ağaçlar oluşturmaktır. Jenerasyondan jenerasyona zincirleme aktarılan bilgi, “meyvelenmenin türün yararına olduğu” bilgisini içerecektir. Bitkiler, yaşadığı ortam ve şartların bilgisini tohumlarına kodlar. Yeni jenerasyon bireylerinin şartları, eski bireyin şartları ile aynıysa yeni bireyler eski bireyden daha şanslıdır. Çünkü eski bireyin bilgilerine sahip olup şartlara adaptasyonda bu bilgileri kullanmaktadırlar. Canlılarda evrimleşmenin önemli bir mekanizması budur.

Kültür bitkilerinin, aynı yabani türlerinden daha çok tohum/meyve vermesinin nedeni, insanın binlerce yıllık emeğinin sonucudur. Bu süreçte insan, çekirdekleri gömerek; hayvanlardan korumuş ve çimlenmesini kolaylaştırmış böylece sayısını arttırmış, sulayarak; dokusunu geliştirmiş -deve dikeninden enginar oluşturulması gibi-, bazı türleri budayarak; boyunu uzatıp, gövdesini kalınlaştırıp böylece çalı formundan ağaç formuna sokup hayvanların otlama, kırma gibi baskılarından korumuştur. Bunların yanında belki de en önemlisi verimli geniş arazilere taşımıştır. Verimi arttırmanın en doğal yolu, tükettiğinden fazlasını üretip fazlalığı kendi haline bırakmaktır.

Üremenin birkaç işlevi vardır. Birincisi, türün devamlılığını sağlamak. İkincisi, yetişkin bireyin tohum yoluyla yeni bir bireyde yaşam bulmasıdır. Tohum, sahibinin yaşam enerjisinin bir parçasını ve onun yaşam deneyimi bilgisini taşır. Tohum ayrıca atalarının milyonlarca yıllık genetik bilgilerini de taşır. Kalıtsallığın bir mekanizması budur.

Üremenin bir diğer işlevi, çoğalmadır. Çoğalma sonucu oluşan yeni bireyler, doğadaki atıl enerji ve besinleri-önceki bireylerin kullanamadığı enerji ve besinler- emip sentezleyerek gelişirler. Böyle bireylerin birbirini desteklediği eko-sistem oluşur.

Ağaçların kendi aralarında iletişim gösterdiği ve bazı tehlikeleri birbirlerine bildirdikleri bazı bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Bu konularda uzun erimli yeni araştırmaların yapılması gereklidir. Şimdiye kadarki bilimsel araştırma konularının çoğu, araştırmacıların ömrüyle ve belirli bütçeyle sınırlı kalmıştır. Böylece araştırma konuları ile konu sınırlarının belirlenmesi araştırma nesnesine göre değil, kültürel şartlara göre olmuştur. Profesörlük kariyeri uzun zaman alır. Profesörlerin verimli araştırma yılları oldukça sınırlıdır. Ayrıca her bir akademik kariyer basamağı, zamanla sınırlı olduğundan araştırma tezleri de sınırlı zamana sahiptir. Söz konusu inceleme alanı ormanlar ve eko-sistemler olduğunda oldukça uzun zaman gereklidir. Çok uzun zamanda cevaplanabilecek sorular, böylece araştırma konularının dışında kalmaktadır. Bu konuda çözüm, araştırmacı merkezli araştırmalar yerine, kurum merkezli araştırmalara ağırlık verilmelidir. Araştırmacılar, araştırmalarını bünyesinde çalıştığı kuruma devredebilir. Böylece örneğin yetmiş yıllık, yüz seksen yıllık araştırmalar yapılabilir.

Örneğin konumuz “delice zeytinlerin -aşılama dışı- sulama gübreleme, budama gibi doğal yollarla verime yatıp yatmadığı tespit etme” olsun. Bu araştırmada bir yandan denek deliceyi tarıma tabi tutup onun verimselliğini ölçerken diğer yandan ondan alınan çekirdeklerle daha verimli toprakta yeni nesil ağaçlar yetiştirip bunların yabani yaşıtlarına göre gösterdiği verim farkını ölçmeye çalışalım. Meyve veriminde nicel/sayısal bir belirgin artışı, orta zaman diliminde gözlemlemek mümkün olabilir. Ancak bu zaman dilimi, meyvelerin büyüme çapındaki artışını gözlemleyebilmede yeterli olamayabilir.

Delice zeytin, kültür zeytinine göre oldukça yavaş gelişen bir türdür. Bunun iki nedeni var: Birincisi, kayalık ve sığ toprak arazi nedeniyle gelişim hızını evrimsel olarak yavaşlatmış olmasıdır. İkincisi, kuraklığa bağlı olarak su emme miktarını evrimsel olarak azaltmış olmasıdır. Bu nedenle meyve verimindeki nitel artışın, ağacın gelişim hızı ve olgunluğa ulaştığı fiziksel ölçüleri ile doğru orantıya sahip olduğunu varsayalım. Nitel verim artışının kaç yılda oluşacağı belli değil. Örneğin araştırmayı 40 yılla sınırlamış olalım. 40. yılın sonunda verim tespit edememiş olalım. Böylece araştırma, “delicelerin doğal tarımla ıslah edilemeyeceği” şeklinde sonuçlanacaktır. Ya verim artışı, 60. yıldan sonra başlıyorsa? Araştırma sonucu bir de diğer yabani türlere dönük genelleştirilirse; bu durumda çok yanlış bir bilgi akademik alana yayılmış olacaktır. Bu tür olasılıklardan dolayı araştırma süresi sınırlanmamalı, araştırma yeni araştırmacılara devredilmelidir.)

Asıl konumuza geri dönersek; gençleştirmenin bir sonraki aşaması (fidanlar dikildikten sonra), kalan diğer yaşlı! ağaçların kesilerek ormandan çıkarılması şeklinde. Böylece gençleştirme tamamlanıyormuş.

Silvikültürün bir uygulama alanı da, boş araziyi ağaçlandırma. Programda gösterilen bir yöntem şöyle: araziye önce elle serpilerek tohum ekimi yapılıyor. Bu yöntem arazide sık bir fide çıkışına yol açıyor. Fidelerin sık olması belirli sorunları ağaçlandırmanın başında getiriyor. Bu sıklığı, yıllar sonra ( fideler genç ağaç olduktan sonra) orman görevlilerinin, seyrekleştirerek gidermeye çalışmaları daha önemli sorunlar yaratıyor. Tohum ekilme yöntemiyle aynı alanda kimi yerde aşırı şık kimi yerde aşırı seyrek ağaçlandırma oluşuyor. Sonra alanı homojenleştirme için ayrı bir çalışma yapılması ihtiyacı doğuyor.

Tohum ekilerek oluşan dengesiz bir ağaçlandırmayı İzmir’de Efem Çuru-Kavacık-Payamlı güzergahının bir yerinde gördüm. Programda; fidelerin bakımı yapılırken, yabancı otların yanında yeni çıkmış eğrelti otları ve böğürtlenlerle de mücadele edildiği belirtiliyor. Oysa eğrelti otu ve böğürtlen de orman bitkisidir. Bu sorun, ekin tarlasına ekim yapıldığı gibi bir sık tohum ekiminden kaynaklı. Arazinin ekin tarlası değil de ormanlaştırma sahası olduğu düşünülürse; bu tür bir ekimin, sık ekim değil de, aşırı bir sık ekim olduğu anlaşılır. Esas sorun emek harcanan fidanların bir kısmının daha sonraki yıllarda seyreltme çalışmalarıyla yok edilmesidir. Sadece, harcanan emek boşa gitmiyor; aynı zamanda, genç ağaçların yaşam gücü kırılıyor. Seyrekleştirme bununla da kalmıyor. Bazı ağaçlar belirli çapa gelsin diye belirli yıl periyoduyla diğer ağaçlar kesiliyor. Bir sahada 6000-7000 bin genç ağaçtan 500-100 arası iri ve büyük ağaç sayısına düşürme sürecini kapsayan bir seyrekleştirme/kesme süreci bu. Aklımda kalan ortalama rakamlar bunlar.

Programda belirtildiği üzere ağacın cinsine göre seyrekleştirme oranı değişiyormuş. Oysa ilk başında yetiştirilmiş fidan dikimi ya da tohumların belirli aralıklarla gömülerek dikimi, sonraki emeği azalttığı gibi kitlesel genç ağaç kesiminin zararını da engelleyecektir.

Orman seyrekleştirmeyi ilk kez bu programda görmedim. Fidan yetiştirdiğim İzmir Balçova baraj yolu alanında birbirine yakın sağlıklı çam ağaçlarından bazılarının kesilmiş olduğunu daha önce gördüm. Baraj görevlilerinden birisine sorduğumda, orman görevlilerinin diğer ağaçların daha çok büyümesi için onları kestiklerini söylemişti. Erozyonla mücadele resmi ormancılığımızın önemli bir hedefiyken eğimli arazide orman görevlilerince yapılan ağaç kesimini anlamış değilim Programda duyduğum seyreltme rakamları, Türkiye genelinde değerlendirilirse oldukça korkutucu düzeydedir. SDÜ Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Silvikültür Ana Bilim Dalı başkanı Prof. Dr. Musa Genç Silvikültürün Temel Esasları Klasör 20’de, gençleştirmenin yavaş ilerletilmesi ve kapalılığın mümkün olduğu kadar uzun tutulmasının gençlik için ılıman iklim oluşturduğunu dolayısıyla gençlik için çok yararlı olacağını belirtiyor.

Burada bir soru sormak istiyorum, seyrekleştirme gerekli mi? Gerekliyse ne oranda seyrekleştirme gerekir? Bunun bilimsel kriterleri nelerdir? ve Bu kriterler nasıl oluşmuştur? Bunların tartışılması gerektiğini düşünüyorum.
Pratikteki uygulamaların yanlış kriterlere dayandığı kesin. Ben kendi gözlemlerime dayanmayı tercih ediyorum (Gözlemleme temel bir bilimsel metottur.)

Birbirine yakın iki çam ağacını düşünelim. İkisi de aynı ölçülerde ve her birinin alt gövde çapı 20-30 cm. arası çapta olsun (Yan yana gelişmiş gördüğüm ve biri daha sonra kesilmiş iki ağacın çapını örnek aldım.) Bir de bu ikisinin toplam hacmine ve kütlelerine sahip diğer tek bir çam ağacını düşünelim. İki genç ağacın toplam oksijen üretimi ve erozyona karşı toprak tutuculuğu, yaklaşık olarak diğer büyük çam ağacıyla eşdeğer olacaktır. Şimdi neden birisinin gelişim için (diğerinin alanına yayılması için ) diğerini yok ediyoruz. İkisinin, bir iri ağaç gücüne sahipken birisini kesip diğerinin iri bir ağaca dönüşmesini beklemek zaman kaybı değil mi? Ayrıca yetişmiş bir ağacın kesimi, başlı başına bir kayıp değil mi?

Şimdi bu konu da iki bilgimi paylaşmak istiyorum. Bazı bitkiler belirli boy ve çapa kadar gelişemezse ölürler. Gözlemlerim sonucunda çam ağacının, doğal olumsuz şartlara göre gelişimini yavaşlattığını ya da durma noktasına varan en aza indirme yoluna gittiğini fark ettim. Başka bir deyişle; çamın bulunduğu alanda toprak ve/veya su az ise, fidan ya da ağaç gelişimini minimuma indiriyordu. Demek istediğim, şartlar sınırlıysa çam ağacının iri ve uzun bir ağaç olmasına gerek duymadığıdır. İkincisi, aynı türe ait bireyler yeterli olanaklara sahipse, besin, ışık ve su rekabetine girmez. Bazı durumlarda genç bireylerden oluşmuş sık bir ormanın, iri ve uzun ağaçlardan oluşmuş seyrek bir ormandan daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Sık bir orman daha fazla su tutar.

Ormancılığımızda orman işletmeciliği, eko-sistemcilikten ağır bastığından, kerestelik iri ağaç daha tercih edilir bir durumdur. Orman Genel Müdürlüğü’nün belirttiği gibi ormanlar bizim hazinemiz, zenginliğimizdir. Ancak zenginliği, kerestelik metre küp cinsi yerine, serbest oksijen sağlama, karbon tutma, erozyonu önleme, ısı dengesi sağlama cinslerinden hesaplamalıyız.

Filmlerde ve belgesellerde bazen de yola yakın yerdeki ormanlar bana tuhaf gelmiştir. Bu tür ormanlarda ağaçların arası oldukça açık ve ağaçların boyları ile çapları neredeyse birbiriyle aynıdır. Ağaç aralıkları neredeyse eşittir. Daha da tuhafı, ormandaki ağaçların hepsi iri ve uzun ağaçlardan oluşmaktadır. Ne aynı ağaç türünden fidan ne de diğerlerinin yarısı kadar genç ağaç bulunur, bu ormanlarda. Genç bireyleri olmadığı için yakın bir gelecekte bu ormanların yok olacağı düşüncesi beni hep kederlendirmiştir. Demek ki bu tür ormanlar, doğal orman olmayıp insan eliyle şekillendirilmiş ormanlardır. Kanımca bu türde ormanlar, çeşitli boyda ağaçlardan oluşan ormanlara kıyasla planlamada orman görevlilerine daha kolaylık sağladığı için tercih edilmektedir.

Tarımda uygulanan moda haline gelen yöntemlerin zamanla gelenekselleşme ve standartlaşma eğilimi gösterdiğini söyleyebilirim. Sanırım ormancılıkta da aynı durum söz konusu. Geliştirilen ya da yeni keşfedilen metotlar, standartlaştırılıp, her şarta uygulanabilecek yöntemler olarak algılanıp, uygulanıyor.

Bu bir nedenden dolayı önemli: Seyrekleştirmenin ne kadar yapılacağı arazinin eğimine göre değişir. Dik eğimli bir arazide, düz alandaki araziye uygun bir seyreltme yapılırsa, erozyon sorunu oluşur. Dik eğimli bir arazideki orman yolunun enlemesine olan kısmının dışında kalan üst ve alt arazi kısmı eğimlidir. Böylesi bir toprak orman yolunun yakın çevresinde seyreltme çalışması yapılmış olduğunu görmüştüm. Sonraki bir zamanda şiddetli bir yağıştan sonra bu yolun bazı bölümlerinin çökmüş olduğunu fark ettim. 5 cm çapında fidanlar kesildiği gibi 30 cm çapında ağaçlar da kesilmişti. Eğimli arazideki sık ağaçlık, yolun aşağıda kalan kıvrımlı kısmına da su akışını azaltıyordu. Bu nedenle kesimden sonra yolun bu kısmındaki önceki sel yarıkları daha da derinleşmişti. Dik bir eğimli arazide yeterli sıklık yalnız erozyonu önlemez. Aynı zamanda ağaçların yıl içinde ihtiyaç duyduğu suyun tutulmasını da sağlar.

Düz bir arazide su tutulması ile eğimli bir arazide su tutulması farklı olacaktır. Bitkilerin güneşli sıcak bir dönemde daha hızlı geliştiği düşünülürse; yaz için toprakta su tutulmuş olması daha da yararlıdır. Ağaç çokluğu, su tutumunu arttırdığı gibi su kullanımını da birey başına azaltır. Bu bir paradoks oluştursa da, kendi içinde dengeyi sağlayan bir paradokstur. Ayrıca kendi türünden bireyler arasında rekabette az olacağından sorun azalır. Karışık orman oluştururken bu bilgiye de yer verilmesi yararlı olacaktır. Ege ve Akdeniz Bölgesi düşünülürse; sık ormanlaştırma yoluyla su tutumu gelecekte çok önemli yararlar sağlayacaktır. Sık ormanlık alanla su tutumu dağ, tepe yamaçlarında daha bol ve kaliteli içme suyu da sağlayabilir. (sık ormanlığın intersepsiyon ile transpirasyon etkisi normal ormana göre daha fazla olduğundan su tutmada belirli bir yan etkisi vardır. Ancak ağaç gövdelerinin zeminde su akışını zayıflatması ve ağaçların gölge yaparak zemindeki buharlaşmayı azaltması, bu yan etkilere kıyasla daha güçlüdür.) Çam ağaçlarının arasına çalı formundaki menengiçlerin dikimi su akışını daha da yavaşlatacaktır. Bu yönüyle menengiçlerin Ege ve Akdeniz orman müdürlükleri fidanlıklarında kültüre alınmaları, yararlı olacaktır.

Karadeniz Bölgesi düşünülürse; yüksek bölgelerde yapılan seyreltme aşağı bölgelerdeki su akışını şiddetlendirecektir. Yüzlerce metrelik derinlikteki vadiler ve bu vadilerdeki su ölçeğinden değil de, dağ doruklarından deniz kıyısına kadar binlerce metrelik eğim ile bu eğimde akan su kütlesi ölçeğinden bakmalıyız. Böylece orman seyreltmeyle kendi elimizle heyelan yaratmamış oluruz. Hatta yükseklerde su yollarına suya dayanıklı ağaçlarla bentler oluşturup, aşağıdaki akarsuların yazın taşması belirli ölçüde engellenebilir. Akarsuların yol açtığı erozyona karşı, eğimli arazide ağaçlandırma yapılırken mevcut uygulamalara göre daha pratik ve hızlı bir yol izlenmelidir. Akarsuyun yer aldığı vadiye bakan eğimli arazi tümden ağaçlandırılacağına önce yamaçta bir dar şerit ağaçlandırması yapılmalıdır. (Yamacın akarsuya en yakın kısmında) Üç-dört ağaç enlik bu şerit sayesinde yukarıdan gelen toprağın tümü tutulmuş olunur. Nasıl olsa toprak aşağı doğru taşınmaktadır ve bu şerit set, toprağın akarsuya karışımını engelleyecektir. Eğimli arazinin tümünün ağaçlandırmasına harcanan enerjiden tasarruf yaparak aynı akarsuyun izlediği yeni bir arazinin yamacı şerit şeklinde ağaçlandırılmış olunur. Ya da akarsuyun karşı kıyısındaki eğimli arazide ağaçlandırma yapılabilir.

Erozyonla mücadelede en önemli emek-zaman yoğunlaşması, akarsuların denizlere taşıdığı toprağın korunmasına yönelik olmalı. Yamaçların akarsuya yakın kısımlarında yapılmakta olan bu şerit ağaçlandırmalar ülke genelinde tamamlandıktan sonra yukarılara doğru yeni ağaçlandırma şeritleri yapılmalıdır.

Çoğumuzda çam ağacı imgesi, uzun bir gövde ile üstte az sayıda dala sahip ağaç şeklidir. Özellikle hastanelerin geniş bahçelerinde, parklarda, piknik yapılan şehre yakın çamlıklarda çam ağaçları bu şekildedir. Çamın kendi kendini budadığını öğrendiğimde daha doğrusu duyduğumda çamın doğal şeklinin böyle olduğu bende pekişmişti. (Bu bilgi daha sonra değişecekti.)

Çam ağaçları susuzluktan dolayı alt dallardan yukarıya doğru dallarını kaybediyor diye düşünüyordum. İzmir Balçova’da çam ormanındaki gözlemlerim bu konuda bende şüphe uyandırdı. Oldukça büyük çam ağaçlarının gövdelerinde yerden 1 metre aşağıya kadar canlı uzun dallar vardı. Demek ağaç yeteri kadar su alıyorsa alt dallar kurumuyor sonucuna vardım. Sonraki zamanlarda parklardaki, çamlıklardaki, ormanların yola yakın kısımlarındaki rastlantısal gözlemlerim, bende bir soru uyandırdı: Çamların alt dalları yakacak toplamak için kesiliyor ya da kırılıyor olabilir miydi? Son edindiğim bilgiler çerçevesinde söyleyebilirim ki; çamın kendi kendini budaması, ancak aşırı kuraklık durumunda oluşuyor, olabilir.

Doğal çam ağacı formuna vurgu yapmamın nedeni, daha önce değindiğim silvikültürle ilgili program. Bu programda sağlıklı çam dallarının tepeye yakın bir yere kadar orman görevlilerince budandığını gördüm. Anlaşılan o ki; çamın bildiğimiz şekli kültürelmiş. Sanırım yanlış olan bu budama oldukça yaygın. Ağacın gövdeye bağlı dallarını budama, ağacı kurutmaktır. Bu tür budama, ağaçları orman yangınına daha dayanıksız yapar. (YARDOP projeleri kapsamında bu durum dikkate alınmalıdır.) Çam ağaçları budamaya karşı tamamen dayanıksızdır. Çam bazı ağaçlar gibi kök sürgünü ya da kütük sürgünü vermez. Hatta gövdeye bağlı bir dal kesildiğinde oradan yeni bir sürgün de vermez. Çam gibi yavaş büyüyen ve sert dokulu tüm ağaçlar için aynı durum söz konusudur. Gövdelerinde daha fazla su bulunduran okaliptus gibi ağaçlar ise, kuvvetli budamalara bile dayanıklıdır. (Ancak yinede her tür ağaçta kuvvetli budamayı zararlı buluyorum.)

Dal ve yaprakların ağaç için fonksiyonları çeşitli ve karmaşıktır. Ben burada dalların ve yaprakların göz ardı edilen işlevlerine değineceğim. Ağaçta enerji akışı, sadece gövdeden dallara, dallardan yapraklara doğru değildir. Yapraktan dallara, dallardan gövdeye doğru tersine de bir enerji akışı vardır. Yapraklar yalnızca besin sentezlemez. Ayrıca dalların hava ve dışarıdan nem almasını sağlar. Yapraklar, uzun ağaçlarda çok yukarılara su çekebilen kritik bir işleve sahiptirler. Yapraklar ve dallar gövdeye nem/tazelik sağladığı gibi, köklerdeki fazla suyun dışarı atımını da sağlar.

Son yıllarda bazı belediyelerin park, bahçe ve yol kenarlarında yaptığı gençleştirme! amaçlı kuvvetli budama yoluyla budanan ağaçların çoğunda dip sürgünleri oluştuğunu gördüm. (okaliptusların bazıları dışında, hiç yaprak kalmayacak şekilde budananlar ağaçlar ise çok daha kötü durumda) Bu dip sürgünü olgusu kökün çürümemesini sağlamak için ağacın gösterdiği doğal tepkidir. (Bazı durumlarda dip sürgünün işlevi, ağacın gençleşmesine yöneliktir.) Kısaca, dallar ve yapraklar gövdenin nem dengesini de sağlayan organlardır. Bunları kesme, ya gövdeyi yarı kuru hale getirmek ya da kökleri çürütmek demek.

Dalların bir diğer işlevi, rüzgara karşı ağacın dengede durmasını kolaylaştırma olabilir. Bazı dalların konumu, kalınlığı ve sıklığı böylesi bir işlevle ilgili olabilir. Dal budama bu nedenle sorun yaratabilir. Dal ve yaprak oluşumunun birlikte bir önemli işlevi daha vardır. Toprak zeminine gölge yaparak güneş ışınlarıyla oluşan buharlaşmayı –su kaybını- engellemek. Menengiç (çitlembik) sakız ağacı, zakkum tipik Akdeniz iklimi ağaçları olup kuraklığa dayanıklıdır. Kuraklığa dayanıklı olmalarının önemli bir nedeni, çalı formunda gelişim göstermeleridir. Bu tür ağaçlar ( ya da ağaççıklar) sabırlı ve düzenli budamalarla ağaç formuna sokulmuş olsalar bile ısrarlı dip sürgünü verirler. ( çalı formuna dönme çabası)

Bir yürüyüş esnasında apartman bahçesine ait bir bahçedeki çam ağacının oldukça budanmış olduğunu fark ettim. Bir başka sefer aynı ağacın yukarıya doğru biraz daha budandığı gördüm. Ağacı gördüğüm bir başka seferde ağaç tümden kurumuştu. Çok budama çok kuruma, az budama az kurumadır. Böylece farkında olmadan ağaçların ömrünü kısaltıyoruz. Bir canlı, iradi/kültürel yollarla aşırı stres altına girer ya da olumsuz koşullara tabi tutulursa hastalanır. Hastalık devam ederse ölür. Hastalığın devamı kendiliğinden ölüm olmakla birlikte hastalığı oluşturan unsurlar kendiliğinden değil iradidir.

Belediye görevlilerinin yanlış iki uygulamasını burada belirtmek istiyorum. Son yıllarda palmiye ağaçları, yeşil yapraklarının çoğu kesilip birkaç dal kalacak şekilde budanıyor. Palmiye ağacı dal-yaprak bir yapıya sahiptir. Yaprakları gibi dalları da yeşildir. Ayrıca dallarından gövde oluşturan bir ağaç türüdür. Dalları yeşilken kesildiğinden gövde koni biçimini alıyor ve yukarı doğru gelişimi azalıyor. Bu tür budamadan dolayı yeni oluşan yeşil dallar destek bulamayınca aşağı yatıyor ve böylece estetik değeri yüksek olan palmiye, estetik olmayan bir görüntü alıyor. Doğal şartlarda palmiyenin tamamıyla sararan dal-yaprakları aşağıya yatar. Kesilmesi gereken bunlardır. Bir de parklardaki aleo veraların dış kısmındaki yem yeşil dallarının kesilmesi var. Bu tür budama, aleo veraların doğal estetiğini bozduğu gibi, vejetatif çoğalmasını da engelliyor. ( Aleo vera, alt ve dış taraftan doğal bir vejetatif çoğalma gösterir. Bitki bir nevi kendini klonluyor. Bu tür çoğalmaya yanılmıyorsam literatürde kökümsü gövdeden gençleşerek etrafa yayılma deniyor.)

Ormanlarımızın gelişiminde eko-sistem ilişkilerine ait bilgileri kullanmalı ve bu bilgileri arttırıcı çalışmalar yapmalıyız. Örneğin sığırcık ve karatavuk kuşları zeytinleri çok sever. Bu kuşların, çekirdeklerin yayılmasında ve çimlenmesinde belirgin bir işlevleri vardır. Dolayısıyla orman müdürlükleri bünyesindeki çiftliklerde bu tür canlılar çoğaltılıp doğaya salınabilir. (Ya da tarım müdürlükleri bünyesinde çoğaltılabilir.)

Orman yangınlarına karşı bazı tedbirler önermek istiyorum. Orman yolu kenarındaki ağaçların düzenli sulanmasında yarar var. Böylece bu ağaçlar yangına karşı dayanıklı hale gelir. Yeteri kadar su almayan çam ağaçları, su alan çam ağaçlarına göre daha çok reçine barındırıyormuş. Ayrıca çam ormanlarında zeminde biriken kuru çam yaprağı öbekleri yaz başında toplanabilir. (Toplananlar, kompost ya da yapay toprak yapımında kullanılabilir.) Böylece zeminden yangın ilerlemesi yavaşlatılmış olunur. Ege Bölgesi ormanlarının bazı kısımlarında bir maki bitkisi olan kermes meşesi çalıları, çam ağaçları ile iç içedir. Oldukça kuru olan dolayısıyla yangına dayanıksız olan bu meşe türünün fideleri ve fidanları zarar görmeyecek şekilde ormandan çıkarılıp, kontrol altındaki park ve bahçelerin iç kısımlarına dikilebilir.

Doğal ortamdaki delice, çitlembik (menengiç) vb. gibi yabani türleri aşılarken, anaç gövdesinin çap sınırları belirlenmelidir. Bir ağaç çok geliştikten sonra yapılacak aşı kesimi, o ağaca ve çevresindeki eko-sisteme çok zarar verir. Bu konuda bilimsel bir standart getirilmeli, orman köylüleri bilinçlendirilmelidir. Gövde çapı büyük olan ağaçlarda aşılama için, gövde yerine yan dallar denenebilir. Bu konuda araştırmalar var mı bilmiyorum.
Bir ağaçta zorunlu budama yapılacaksa, budama duruma göre aylara veya yıllara yayılmalıdır. Budamanın bir seferde yapılması, ağacı hastalıklara ve zararlılara karşı zayıf düşürecektir. Budama öncesi ve sonrası su ve besin maddeleri verilmelidir.

Yakın bir gelecekte küresel ısınmaya karşı karbon tutumunun arttırılması, ormancılığın önemli işlevlerinden birisi olacaktır. Türkiye bu konuda gelişmiş ülkelerin gerisinde kalmamalıdır. Karbon salınmasının yüksek olduğu İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük illerimiz ve çevresi illerde yer alan orman ağaçlarının yazın sulanması, atmosfere katkımız için bir fırsattır. Yeteri kadar sulanırsa ağaçların en hızlı geliştiği mevsim yazdır. Hızlı ağaç gelişimi hızlı karbon tutumudur. “Orman ağaçlarının sulanmaya ihtiyacı yoktur” yaklaşımı doğru değil. Beş yıllık fidan bakımı işlemleri içine yazın sulama da dahil edilmelidir. Böylece orman köylülerinin çalışma takvimi de genişletilmiş olunur. Ayrıca kurak bir bölgede, gelişmiş iri ağaçların sulandığı takdirde ne kadar geliştiği araştırabilinir. Su tankerleriyle yangın yolları kenarı alanlar sulanabileceği gibi helikopter, amfibi uçaklarla da iç kesimlerde sulama yapılabilir. Belki de, kiralanan bu pahalı araçlar, kiralama sezonunda daha verimli kullanılmış olur. Hatta kimi yerlerde eşek ve katırlarla bile sulama yapılabilir.

Şiddetli yağışların olduğu günler eğimli arazilerde gözlem yapılıp belirgin su akışları belirlenebilir. Bu akışların önüne setler ve setlere bağlı göletler inşa edilerek yazın yukarı ve iç bölgelere su taşınması kolaylaşmış olur. Yağışlı günlerde su akışlarının tespiti ağaçlandırmaya nereden başlanılması gerektiği ve hangi sıklıkta yapılması gerektiği konusunda planlamaya verim sağlayacaktır. Böylece erozyona karşı hız kazanılmış olunur.

Bazı ağaçlandırmalarda dikilen fidanların, çevre şartlarına göre oldukça küçük olduğunu gördüm. Bu fidanlar, fidanlıklarda birkaç yıl daha bakıldıktan sonra araziye dikilirse susuzluğa ve hayvanlara karşı daha dayanıklı olurlar diye düşünüyorum. Ağaç tohumlarının hızlı çimlenmesi amacıyla çekirdekleri -içine zarar vermeden- kırılarak ya da kesilerek steril ortamda çimlendiriliyor mu bilmiyorum. Böyle bir uygulama varsa yaygınlaştırılması, ağaçlandırmada zaman kazandıracaktır

Yukarıda belirttiğim sorunları ve önerileri, Orman Genel Müdürlüğü, belediyeler gibi resmi kurumlar, Ege Orman Vakfı, TEMA gibi sivil toplum kuruluşları ve doğasever dostlarla paylaşmak istedim. Yazıyla ilgili değerli yorumlarınızı bana iletirseniz sevinirim.


ALİ NAKİ KONYALI

__________________
uzaytek
uzaytek Çevrimdışı   Alıntı Yaparak Cevapla Başa Dön