Araçlar

Bookmark and Share




Koklamaya kıyamam, benim güzel manolyam!



Âşık olduğum ağaç yine çiçek açtı..
Böyle söyleyince benim kulağıma da tuhaf geliyor aslında.
Bir insan, bir bitkiye âşık olabilir mi?
Pekâlâ olabiliyor, bunun için "bitkisel hayat"a girmek de gerekmiyor.
Sözünü ettiğim ağaç, Bebek'teki İnşirah Yokuşu'nun hemen başında, okulun bahçesinde..
(Daha önce de onunla ilgili bir yazı yazmıştım. Az önce arşivden baktım, 27 Nisan 2003 tarihinde.. Demek ki iki yıl kadar oluyor. Devamlı okuyucular hatırlayacaklardır. Yalçın Çınar'ın hafta içinde çektiği bu fotoğraflar İstanbul'da yaşamayan okuyucularımın da o ağacı görmeleri için..)
Bu, kışın yapraklarını döken "manolya liliflora" türünün benim gördüğüm en muhteşem örneği. Botanik kitaplarında boyunun dört - beş metreye kadar uzayabileceği yazılı ama, Bebek'teki bu ağacın boyu on metreye yaklaşıyor olmalı.

Nedir onu böyle büyüten?
Acaba bunun nedeni İstanbul'un en işlek kavşaklarından birinde büyümüş olması mı?
Oradan her geçenin içinden bu ağaca karşı geçirdiği beğenme ve sevgi duygusu mu, onu olması gerektiğinden daha da büyük bir ağaç haline getiren şey?
İstanbul'a baharın geldiğini bu ağacı izleyerek anlayabilirsiniz.
Kendi türündeki ağaçlar içinde ilk o çiçek açar, ilk o yapraklanır.
Bizim Büyükdere'deki "manolya liliflora"lar daha hâlâ açmadı örneğin.
Her sabah tomurcuklarının durumunu kontrol ettiğim bir manolya lilifloram daha var. O çok küçük. Boyu bir buçuk metre bile değil henüz.
Benim ortaokul yıllarımda müfredatta bir de "tarım" dersi vardı. Tarla nasıl sürülür, buğday nasıl ekilir, kımıl zararlısıyla nasıl mücadele edilir gibi şu anda hiç işime yaramayan bir sürü şey öğrendiğimiz bir dersti.
O dersten, şu anda işime yarayan tek şey, ağaçların yapraklarına bakarak türlerini anlayabiliyor olmam. Ve her seferinde insan hafızasının ne garip bir şey olduğunu bir kez daha anlıyorum bu sayede..

Çokeşli bir hayat
İstanbul'da ağaçlarla aşk konusunda aslında "çokeşli" bir hayat sürdüğüm de söylenebilir.
Rumelihisarı'nda şimdiki Karaca Restoran'ın yanındaki çınar ağacıyla da uzun süren bir "maceram" oldu.
Eskiden bir patikanın ortasındaydı, şimdi gövdesi sonradan oraya konduruluveren bir lokantanın içinde kaldı. Büyük dallarından birini yangında kaybetti. Kalan dalları, yazın Karaca Restoran'ın bütün terasını kaplayacak kadar büyüktür..
O kadar yaşlı ki, İstanbul'un en geç yapraklanan çınarı odur diyebilirim.
Ama her seferinde başına gelen onca felakete karşın canlanır.
Küçük yapraklarının taze yeşilliğine bakınca insanın da içine zorluklarla mücadele gücü gelir. Teslim olmamayı, yaşama bağlanmanın değerini öğretir insana..

Her ağacın öyküsü vardır
Gerçekten de her ağacın insanlara anlatabileceği bir öyküleri olduğuna inanırım.
Ve ağaçlarla insanların karakterlerinin birbirlerine çok benzeyebildiğini düşünürüm.
Mesela mimozalar böyledir.. Sarı küpeleri olan, genç bir kıza benzetirim onları..
Kırılgandırlar. Hırpalanmaya gelmez, hemen küserler. "Mimoza pudica" bizde "küstümotu" diye de bilinir. Elinizi sürünce yaprakları kapanır, içine döner.
Benim de bir tane "mimoza sensitiva"m var. Küstümotu kadar değilse bile hassas bir tabiatı var, adı gibi..
Ağaçları dinlemeyi, onları tanımayı öneririm sizlere de..
Anlatacakları çok şeyler vardır..

Mehmet Y. Yılmaz / Milliyet

Kaynak: http://www.milliyet.com/2005/04/02/yazar/myilmaz.html
12-04-2005
Yazılım vBadvanced CMPS, Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024