Araçlar

Bookmark and Share




Yalnız Ağaç

Emre'lerin evinin yanında büyük bir bahçe vardı. Bu kimsesiz ve bakımsız bahçede Emre top oynuyordu. "Büyüdüğüm zaman belki de futbolcu olurum" diye düşünerek topa öyle değişik vuruşlar yapıyordu ki bir ara güçlü bir şutla topu havalara uçuruverdi. Top bahçenin ta öteki ucunda bulunan büyük bir ağacın dallarına hızla çarparak yemyeşil yapraklarını pıtır pıtır döktü. Emre koşup topunu aldı. Yaprakların dökülüşünü umursamadı bile. Topu başka yana sürerken arkasından birinin biraz öfkeli bir tonla, "Seni yaramaz seni!" diye bağırdığını duyar gibi oldu. Çevresine bakındı. Bahçede kimse yoktu. Azarlanacak bir davranışta da bulunmadığını düşünerek yanlış bir ses duyduğunu sanıp oyununu sürdürdü.
Ertesi gün aynı bahçede uçurtma uçuruyordu. Aksilik bu ya bu kez de uçurtmanın kuyruğu yine o büyük ağacın dallarına takılıverdi. Emre, uzun güzel kuyruğu dallardan bir türlü kurtaramadı. Bunun üzerine ağaca tırmandı. İnce yeşil dalları kırıp kuyruğu takıldığı yerden çekti. Tam ağaçtan iniyordu ki bir gün önce işittiği "Seni yaramaz seni!" azarını bu kez tam kulağının dibinde ve öylesine güçlü işitti ki az daha düşecekti.
"Kulaklarımın zarını patlatacak gibi kim sesleniyor böyle?" diye bağırdı. Yine aynı güçlü ses, "ben sesleniyorum!" diye karşılık verdi. Çevrede kimseler yoktu. Biri ona oyun mu oynuyordu? "Saklandığın yerden çık da beni niye azarladığını açıkla!" diye bağırdı. Aynı ses yine "Ben saklanmıyorum ki, beni nasıl göremezsin? Üstüne çıktığın ağacım ben!"
Emre iyice kızmıştı: "Beni aldatamazsın, hiç ağaçlar konuşur mu?" diye sordu. Üzüntülü bir iç çekiş duydu: "İnan ki konuşan benim. Ben ağacım. Dikkatini dinle, bak, sesin benden geldiğini anlayacaksın. Ağaçlar da konuşur!"
Emre çok şaşırdı. Tüm dikkatini ağaca yöneltti. Evet. Ağaç doğru söylüyordu.
"Sana inandım" dedi Emre, "Çok şaşırtıcı bir olay ama çok da hoş bir şey!". Ağaç konuşmasını sürdürdü: "Yapraklarımı yolduğun, dallarımı kırdığın için seni azarladım. Seni anlıyorum küçük yaramaz. Uçurtmanın kuyruğu bozulmasın diye dallarımı kırdın. Ne var ki sen renkli kağıtlardan bir uçurtma daha yapabilirsin ama benim dallarımın yeniden uzaması, yapraklarımın yeniden yeşermesi için gece gündüz aylarca, yıllarca çalışmam gerekir. Çalışırım çalışmasına da kırılan dallar bir daha aynı güzellikte büyümez. Bunun için üzgünüm ve seni istemeyerek azarladım".
Emre avucundaki kırık dallara, solmuş yapraklara baktı. Ne kadar yanlış davrandığını anladı, "ne fena" dedi, "sana zarar verdiğimi hiç düşünemedim. Peki bana seslendiğin gibi başkalarına da sesleniyor musun?" ağaç, "hem de nasıl!" dedi, "ama çok kişi duymazdan geliyor. Tüm ağaçların sağlık ve mutluluk kaynakları olduğunu bilen ve bize sevgiyle yaklaşan dostlarımız da olmasa biz çoktan yok olmuştuk. Tabii bende bunca yıl burada yaşayamazdım".
Emre, "Kaç yaşındasın?" diye sordu.
"Tam iki yüz yaşındayım."
"Ooo! Ne uzun bir yaşam. Ne güzel! Ne olur yaşam öykünü bana anlatsana."
"Biraz uzun sürerse sıkılmaz mısın?"
Emre "Hayır, hayır" dedi. "Seni dinlemekten çok hoşlanacağım". Ağaç onun bu ilgisinden çok duygulandı. "Öyleyse gel şöyle yanıma otur. Sırtını gövdeme daya. O güzel gözlerinle yapraklarıma bak. Sen beni dinlerken ben de senin tüm yorgunluğunu alayım. Sağlığına sağlık katayım".
Emre ağacın dibine oturdu. Sırtını gövdesine dayadı. Ağacın söylediği gibi, kendisini rahatlatan bir duygunun gerçekten içine yayıldığını hissetti. Ve ağaç da yaşam öyküsüne başladı:
"Çok uzun yıllar önce ben de senin kadar küçüktüm. Şimdi senin top oynadığın bu bahçeye, bir bahar günü, beni ve benim gibi birçok küçük fidanı getirip özenle diktiler. Bizi sık sık suladılar, toprağımızı kabarttılar. Tıpkı senin yumuşak bir yorganın altında uyuman gibi biz de kabartılmış toprağın altında rahat rahat uyuduk. Güneş ışınlarıyla büyüdük. Bahar rüzgârlarıyla neşelendik. Pembe, sarı, beyaz çiçekler açtık. Küçükken tıpkı çocuklar gibi hep bakım istiyorduk. Sonbaharda havalar soğuyup gökte kara bulutlar toplanınca kış uykusuna yatma zamanımızın geldiğini anlardık. Rüzg'rlar sararan yapraklarımızı dökerek bizi soyarlarken "hadi çabuk uykuya dalın!... Kar yağacak. Donmaktan korunun!" diye seslenirlerdi. Hemen uyurduk. Ta ertesi bahar biraz daha büyümüş olarak uyanıncaya kadar... İşte böyle böyle büyüdük, güzelleştik ve büyük bahçeyi boydan boya süsleyen ağaçlar olduk. Hepimizin adları da vardı: Çam, çınar, meşe, kestane, erguvan, ardıç diye. Biraz değişik bir durum ama hani sizin Emre, Sinan, Fatoş, Ayşe gibi adlarınız var ya... Tüm kuşlar dallarımızda cik cik öterdi. Ne denli müzik türleri yaratırlarsa yaratılsın yaşama sevincini en üst düzeye ulaştıran müziğin kuş seslerinden oluştuğunu bilir misin? Öykümü anlatırken sadece bu bahçedeki ağaçlardan değil, çok daha geniş alanlara yayılan bitki örtüsünden de söz etmeliyim değil mi? İşte o zaman yeşil bir çevrenin içinde sincaplar, tavşanlar, geyikler, kurnaz tilkiler, porsuklar aramızda dolaşır, yuvalarını yapar, her yıl sevimli yavrular dünyaya getirirlerdi. Biz de dallarımızı göğe uzatır, bulutları kendimize çeker yağmurları yağdırırdık. Sular bollaşır, toprak bol ürünler için kabarır, çevre mis gibi kokardı. İnsanlar bize yakın evler kurar, kerestelerimizden kendilerine sandalyeler, masalar, çocuklarına karyolalar yaparlardı. Öyle uyum içinde yaşardık ki... Sana nasıl anlatsam bilemiyorum... Sonra aradan yıllar geçti. İnsanların yaşamları da huyları da değişti. Kumruların öttüğü o güzel evler yıkıldı. Yağmurlar küstü. Hayvanlar uzaklara kaçtı. Kuşlar azaldı. Kimse bize bakmıyor, toprağımızı kabartmıyordu. Katı topraklar sert yorganlara dönüştü. Arkadaşlarım kuruyup öldüler. Hemen yanı başımıza apartmanlar dikildi. Eskiden insanlar başlarını kaldırıp bize bakarlardı, şimdi biz başımızı kaldırıp yüksek apartmanlarda oturanlara bakıyoruz. Biz onlara meyveler, çiçekler, yeşillikler verirdik. Onlarsa şimdi bize ellerine geçen her türlü çöpü; naylon poşetleri, kırık oyuncakları, k'ğıtları, paçavraları atıveriyorlar. Yolunmaktan, kırılıp koparılmaktan yakınıyoruz. İnsanlar acımasız oldukça bizim de içimiz de terbiye görmemiş fena çocuklar gibi çalılar, dikenler büyüyüp çevreyi sarıyor. Herkese sesleniyorum: Onları sevdiğimizi, çok faydalı olduğumuzu bilmelerini, bize bakmalarını istiyorum. Eski çevremi, arkadaşlarımı özleyerek yaşamımı sürdürüyorum ama bu hiç de kolay değil".
Emre oturduğu yerden kalktı. Çok değişik duygular içindeydi. Ağacın kalın gövdesini okşadı, "üzülme" dedi. Seni tüm arkadaşlarıma anlatacağım. Çok dostun olacak!" Sonra koşarak evine gitti.
Ertesi gün Emre tüm arkadaşlarına durumu anlattı. Hepsi de yalnız ağaçla dost olup yardım etmeğe karar verdiler. Kazma küreklerle bahçeye girdiler. Onun toprağını kabarttılar, su verdiler. Çevresine de çukurlar açtılar. Sonra gidip fidanlar, çiçekler aldılar. Bunları getirip diktiler. Koca ağaç gördüklerine inanamadı. Çevresi küçük çamlar, meşeler, erguvanlarla dolmuş, cıvıl cıvıl bu ortamı renk renk çiçekler iyice güzelleştirmişti. Emre ve arkadaşlarının bu çabaları ağacı öylesine mutlu etmişti ki tüm yaprakları sanki daha parlak, daha güzel bir yeşile dönüştü. "Bana çok büyük iyilik ettiniz ama en büyük iyiliğin kendinize olduğunu bilin çocuklar!" diye seslendi.
Emre ve arkadaşları o günkü çabalarından dolayı biraz yorgun ama çok mutlu olarak evlerine dönerlerken ağaç, çok sevecen ve neşeli bir sesle Emre'nin arakasından, "Seni akıllı yaramaz seniii!... Seni tatlı yaramaz seniii!..." diye sesleniyordu.
Nazire KUTSAL
* Nazire KUTSAL. "Yalnız Ağaç". Mor Gezegen: Çocuklara Öyküler, Res. Ayten MADEN. İstanbul: İnkılap, 1992, s. 5-12.

Kaynak: http://www.kultur.gov.tr
16-03-2005
Yazılım vBadvanced CMPS, Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024