Araçlar

Bookmark and Share




Dikkat ! Sıfırı tüketmek üzereyiz !

Doğa gönüllüleri, "Sıfır Yok Oluş" kampanyasıyla son kez uyarıyor;
Dikkat ! Sıfırı tüketmek üzereyiz !

Doğa severleri, yaşadığımız dünyanın çarpıcı ekolojik gerçekleriyle tanıştırarak uyarmaya, bilgilendirmeye ve etkilemeye çalışan Atlas Dergisi ve Doğa Derneği'nin son dönemde birlikte gündeme taşıdığı önemli bir kampanyaları var; adı "Sıfır Yok Oluş". İlk anda insana tuhaf gelse de, bu başlığın altında çok derin anlamlar yatıyor. Tüm sayfalarını doğaya ayıran, doğanın cezbedici güzellikleri yanında, insanın içini sızlatan çevre kirliliği görüntülerine de geniş yer veren, bir yandan da ısrarla, yok olan bitkisel ve hayvansal kaynakların acı çığlıklarını duyurmaya çalışan "Yeşil Atlas" dergisinin son sayısında, bu kampanya ile ilgili ayrıntılı açıklamalar bulunuyor.

Ülkemizin miras coğrafyalarının tanıtıldığı bu dergide; elimizin altında, gözümüzün karşısında dururken eriyip giden güzellikleri fark edemediğimiz, koruyamadığımız, hatta bindiğimiz dalları bir güzel kestiğimiz gerçeği net bir şekilde ortaya çıkarılırken; bu cennetten coğrafyanın sahip olduğu doğal kaynakların, nasılsa koruma altına almayı başarabildiğimiz Milli Parkların, Tabiatı Koruma Alanlarının ve Özel Çevre Koruma Alanlarının son durumu da gözler önüne seriliyor. Duyarlı yüreklerin bu görüntüden etkilenmemesi mümkün değil ama ortaya konan ürkütücü tablonun gösterdiği bir başka gerçek ise, yüreği duyarlıların sayısının da giderek azaldığı yönünde.

Aslında, son 15-20 yılda bu tür çırpınışlar sık sık gündeme getiriliyordu. Bilim adamları veya doğa gönüllüleri, bu bozulmaya doğru giden doğal dengeyi ayarında tutabilmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor, bazen petrole bulanmış bir karabatağın çırpınan görüntüleri ve bazen de yanmış bir orman alanının ya da suyu çekilmiş bir bataklığın geride bıraktığı acındıran tabloyu gözlere sunuyorlardı. Ancak vurdumduymazlığın pençesine kaptırılmış çoğu yüreğin buna tepkisi hep, "abartılı senaryolarla niye uykuların kaçırıldığı, gözlerin korkutulmaya çalışıldığı" yönündeydi. "Yerküre işini bilirdi, kendi kendini bunca bin yıl temizlemeyi bilmişti de şimdi mi tembelliği tutacaktı ? Keyfimizi kaçırmasınlardı bu bilim adamları da yani ? Şunun şurasında biraz eğleniyor, güzelliklerin tadını çıkarıyorduk işte! Tehlikesiz macera olmaz, macerasız da yaşanmazdı ki ? "

Gelecekle ilgili kötümser iddiaları gündeme getirmenin hiçbir cazibesi ve sevimliliği olmasa da, bilim adamları niye kendilerini paralarcasına bir mücadeleyle kitleleri uyarmaya, ürküten tabloları gözlerimizin önüne sermeye bu kadar çok çaba gösteriyorlar acaba ? Sempatik görünmeyi fazla dert etmedikleri doğru. Üstelik yüreklerini bilimin hizmet aşkına kaptırmış gerçek idealistler için tepkiler almak, üzerinde önemle durulacak bir ayrıntı da değil ama yine de durup dururken, karamsarlığın ve ürkütücülüğün girdaplarında yaralanmayı kim ister ki?

Ancak, her gün farklı bir ülkeden gelen doğa dostu uyarılar, artık kulak arkası edilebilecek, görmezden gelinebilecek seviyelerden çok daha gerilere düştüğümüzü ikaz ediyor bizlere. Bilimsel tespitler gösteriyor ki, bu vurdumduymazlıkla gidersek çok yakında sıfırı tüketmenin rahatlığıyla baygın düşeceğiz, nankörce tükettiğimiz doğa ananın kollarına ! Günümüz insanının gerçek sorunu, gözlerin ve beyinlerin toptan miyoplaşmış olması mıdır, yoksa ?

Bir avuç insan, doğa gönüllüsü olarak kendilerini her türlü zorluğun içine atıp, "Yeşil Barış Hareketi (Green Peace)" adına en sert uygulamalara göğüs gererek, doğayı koruma mücadelesi verirken, vurdumduymazlığın kitabına tutkun geniş halk kitleleri onlar gibi olamaz anladık ! Birtakım birlikler, dernekler, klüpler veya başka organizasyonlarla güzel hedeflere doğru yoğun mesailer harcayan insanların oluşturduğu TEMA Vakfı, Ekolojik Tarım veya Doğal Hayatı Koruma Dernekleri gibi doğayı koruma çabaları içerisinde ve toplumsal fayda uğruna çırpınan birlikteliklerde yer alması da mümkün olmayabilir geniş halk kitlelerinin ve belki bu da anlaşılabilir bir durum ama el insaf yani; burnunun dibinde yitirilip giden doğal güzelliklerden yüreklerin burkulmaması, engellemek için parmakların kıpırdatılmaması ve tavşan gibi bir köşeye sinip, başkalarının koşuşturmasından medet beklenmesi de, hiç vicdani bir karar ve gerçekçi bir tutum değil doğrusu.

Doğayı korumaya ve güzelleştirmeye çalışmak bir yana; yok etmemeye, bozmamaya, yıkmamaya çalışmak bile, buna da şükür mantığının hüküm sürdüğü günümüz şartları düşünüldüğünde, oldukça yararlı bir tutum olarak görülebilir aslında. Ancak bu pasif yaşantının taşıdığı vurdumduymazlıklar böylece sürerse, yakın gelecekte karşılaşılacak olumsuzluklar, bugün ciddi uyarılarda bulunan bilim adamlarının o ürküten tablolarını gerçeğe dönüştürmekten başka hangi başarıyı gündeme getirebilir ki ?

Bazen bütün çırpınışların boşuna olduğunu görüp, yazılan çizilen uyarıların fayda etmediğini anlayarak umutlarının kırıldığı oluyor insanın ama yılmamak gerekiyor. Israrla yazmaya, konuşmaya devam edilmeli ki, gününü gün etme felsefesine ayarlı yürekleri de sabırla ikna etme şansı yakalanılabilsin. Ben de bu yüzden, dergideki sayfalarımı zaman zaman bu konuya ayırıyor, doğanın bozulmasına yönelik tespitleri ve çözüm olarak yapılması gerekenleri özetleyen uzman görüşlerini yazılarıma taşıyorum. Çevre kirliliğine katkıları nedeniyle, tarım sektörünün de bu olumsuz gidişattan önemli bir pay kaptığı düşünüldüğünde, bir tarım dergisinde bu tür yazıların sıkça yer bulması gerektiğine inanıyorum.

Son günlerde televizyon ekranlarında ve gazete sayfalarında, çevre kirliliğinin ulaştığı boyutları ve küresel ısınma nedeniyle yaşanan çevre felaketlerini inceleyen haberlerin sayısı epeyce artmış durumda. 2003 yılı yaz aylarında Avrupa kıtasında yaşanan ve 14 bini Fransa'da olmak üzere toplam 20 bin kişinin ölümüne yol açtığı söylenen sıcak ve kurak havanın, giderek artan küresel ısınma sorununun önemli bir göstergesi olduğu belirtiliyor.

Üstelik uzmanlar, bunun bir başlangıç olduğunu ve son on yılın, bugüne kadar yaşanmış en sıcak dönem olduğunu, kışların bile giderek ılıklaştığını ileri sürmekteler. Sera etkisi denilen ve zararlı gazların atmosferin üst katlarında birikmesiyle ortaya çıkan sıcaklık artışları öylesine önemli etkiler yapmaya başlamış ki, kutup bölgesinde eriyip duran büyük buz dağlarının suya dönüşmesiyle ortaya çıkacak deniz yükselmeleri uykuları kaçıracak hale gelmiş durumda.

Pek çok büyük dağın vadilerinde yer alan ve yılda birkaç metre ilerlediği ölçülen buzulların nasıl erimeye ve yok olmaya başladığı da eski ve yeni fotoğraflarının karşılaştırılmasıyla gözler önüne serilebiliyor artık. Durum gerçekten vahim. Bu ısı artışı böyle sürerse, 30-40 yıl sonra dünya insanlarının çeşitli felaketlerle karşılaşması kaçınılmaz olacak.

"Yaylalarımız ve modern klimalarımız ne güne duruyor" diyerek vurdumduymazlıklarını mizahi görüşlerle örtmeye çalışanlara söylenecek en kestirme söz ise; " insanoğlunun kendisini giderek hapishane gibi kapalı ve sıkıcı bir ortama mahkum etmeye çalıştığını" müjdelemek şeklinde olabilir herhalde. Öyle ya ! Kirlenen ve ısınan hava tüm atmosfere hakim olacağına göre, ürkütücü bilim kurgu filmlerindeki gibi, yer altındaki korunaklarda kısılıp kalmış farelere benzeyen bir yaşam tarzı kalıyor geriye. Bütün bu inatçı pasiflikler, boşverci tembelliğiyle yüklü düşünceler böyle bir son için mi yoksa ?

TEMA Vakfı, 40-50 yıl sonra ülkemizin çölleşme tehlikesiyle karşılaşacağı konusunda çeşitli uyarılarda bulunup, ormanlaşmayı arttırmak için yoğun çabalar harcarken; son günlerde gazetelerde yayınlanan haberlerde, yer altı su kaynaklarını bu hızla tüketmemiz halinde 5 yıl sonra susuz kalabileceğimiz de vurgulanmakta. Hem su savurganlığından kaçınmamız ve hem de yer altı su kaynaklarını kirletmememiz gerekli.

Dünyanın hemen her ülkesindeki bitki türlerinin giderek artan oranlarda yok olmaya başladığını belirtiyor bilim çevreleri. ABD'nin başı çektiği ülkeler arasında ülkemiz de, ne yazık ki dördüncü sırada ve sahip olduğu bitki türlerinin beşte birinin risk altında bulunduğu bildiriliyor.

Aynı şey, hayvan türleri için de geçerli. Afrika ve Asya'da nasılsa hayatta kalabilmiş türlerden kaplan, gergedan, fil, goril, kurt v.s gibi hayvanların giderek yok olduğu, kuş sayısında bile müthiş azalmaların görüldüğü işaret ediliyor. Doğanın dengesini bozan her türlü kirletmeyi acımadan sürdüren, bitki veya hayvan olsun, doğanın öz evlatlarına kıyıp duran gözü dönmüş insanoğluna hiçbir uyarı fayda etmiyorsa, elden ne gelir ki; yakında sıfırı tüketeceklerini müjdelemekten başka !

Ahmet Nedim NAZLICAN

07-12-2005
Yazılım vBadvanced CMPS, Forum vBulletin Version 3.8.5 Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Search Engine Optimization by vBSEO 3.6.0
agaclar.net © 2004 - 2024